1 Şubat 2012 Çarşamba

Düşlerimdeki Çikolata


"İlk Bakışta Aşka Şimdi İnanıyorum"


İlk gördüğümde onun farklı olduğunu hissetmiştim. Ona dokunduğumda içimi sıcacık bir heyecan doldurdu, ona karşı koyamıyordum artık. Tadı inanılmazdı tekrar tekrar tattım bu hazzı. 


Hayatımın ilklerinden biridir "Düşlerimdeki Çikolata" Onlarca çikolata markası tanımama birçoğunu tatmama rağmen "Düşlerimdeki Çikolata" tecrübesi sanırım son tercihim olacak. Tadının sırrı ürünlerde kullanılan çikolatada ve tamamen katkı maddesi ilave edilmeden üretilmesi ve el  değmeden ambalaja girmesinde gizli.  Katkı maddesi ve koruyucu ilave edilmeden üretildiğini ve el  değmeden ambalaja girdiğini bilmek bile sizi özel hissettiriyor. 

KAR

Kar yağdı gökyüzünden. Uzun uzun ve soğuktu nefesin titretirken ruhumu. Ellerin beyaz ellerin soğuk ellerin uzakta idi ellerime. Dokunmak bir duyumu sadece ya da görebilmek gözlerini ? Simsiyah içim şimdi her ne olduysa; kapkara bir kar yağmış gibi...Kar yağdı gökyüzünden. Yüzü senin gibi beyaz gözü benim gibi siyah, elleri soğuk, nefesi soğuk.

27 Ocak 2012 Cuma

ŞEHİR




           Koskoca bir kalabalığın gölgesinde kalmış biriydi o, hiçbiryerde yalnız değildi aslında ama kendi içinde tek başına gibiydi. Kimbilir kaçıncı karşılaşmasıydı köşedeki simitçiyle ya da hergün aynı saatte minibüsüne binmeyi beklediği vefakar dolmuş şoförüyle, kendide bilmiyordu bunu bilmeye gerekte duymuyordu aslında. Milyonların içinde bir birey olmanın acısını çok yeni tadıyordu göğsünün ücra bir köşesinde ve buna aldırmadan yaşamanın getirdiği o eski hüzün kaplıyordu her seferinde o ücra yeri, takii o kalabalığa kapılıncaya dek çünkü unutturuyordu kalabalık ona hüznünü sanki günler sonrası yakılan tek dal sigara gibi. Öylesine içine alıyordu ki şehir onu, sezemiyordu geçip giden zamanı arada bir kolundaki eski saatine bakıp anlayabiliyordu ancak uçarcasına giden zamanı. Şehirde herşey öylesine zamanla yarışıyordu ki yetişemiyordu ona bitkin düşüyordu evine varasıya. Hava kararıyordu martılar içli bir türkü tutturmuş veda ediyorlardı bin yıllık sevdalı denize. Deniz umursamazca yolcu ediyordu garip martıları. Anlaşılan bu gecede almayacaktı onları koynuna nazlı deniz. Gecenin karanlığına bürünen şehir bambaşka bir elbise geçirmiş gibiydi üzerine; süslü geçkin kadınlar gibi hüzünlü ve anlamlı bir yüzü vardı sanki. Pencereden sokakta yürüyen insanları izledikçe bir yerlere dalıyordu gözleri hiç bilmediği bir yerdi orası hiç gitmediği. O kadar yakındı ki o yer uzansa erişebilirdi sanki ama her zaman ki gibi erteledi bu isteğini. Yalnızlığına ve evinin kasvetine kaptırdı kendini içindeki o ücra köşe sızladı yine anımsadı herşeyi. Bir ses arıyordu ama bulamıyordu evinde. Bazen o sesi duymak için gecelerce uyumuyordu ama yinede duyamıyordu onu deliriyormuydu yoksa kendide emin olamıyordu belkide zayıf bir anını kolluyordu onun. Gece günle karşılaştığında  siliyordu makyajını kaçarcasına telaşla ve herşey başa dönüyordu bu şehirde asırlardır olduğu gibi tekdüze. 

Her birimiz yaşadığımız şehirde bazen bukadar daraldığımızı hissetmişizdir ben yaşadığım şehri, yaşadığımız bu büyük şehri anlatıcam bu kez; evet İstanbulu ele alıcam nasıldı; neden böyle oldu? belki merak edip dedelerimizden- ninelerimizden dinlemişizdir ''o eski İstanbulu'' bazen şaşırmış bazende umursamamışızdır belkide, kimbilir her bireyin bambaşka bir coğrafya olduğu günümüz insanının o karmaşık yapısında belkide şehrin (İstanbul) de bir katkısı vardır ki bence var ve yadsınamaz bir gerçeklik bu bana göre. Neydi peki bildiğimiz İstanbulu bu hale getiren. Binlerce yıldır böyle miydi yoksa? yoksa zamanlamı değişmişti efsanelere, şarkılara, romanlara konu olan bu devasa şehir? Sırrı neydi İstanbulun?
Bir köprüdür İstanbul Asyadan Avrupaya, eski dünyanın merkezinde doğasıyla ve o eşşiz boğazıyla bir megapolistir. Karadenizin Ege denizine kavuşması için sanki elini uzatmış bir melektir marmara denizi kıyısında kurulu bu canım şehir çok önemli stratejik bir bölgedir; tarihi 2500 yılı aşan İstanbul kurulduğundan beri bir medeniyetler sentezi, kültür ve ticaret merkezi olmuştur. Öyleki İstanbul üç dünya imparatorluğu olan Roma, Bizans ve Osmanlıya başkentlik yapmıştır. 1600 yılı aşan bir süre boyunca 120 den fazla imparator ve sultan burada hüküm sürmüştür. Dünyada bu özelliğe sahip tek şehirdir.
Tarihine gelicek olursak İstanbulun ne kadar köklü bir medeniyet beşiği olduğunu çabucak farkederiz. Tarihi çok gerilere dayanıyor İstanbulun tarihi yaklaşık 300 bin yıl önceye kadar uzanıyor varoluşu  İstanbulun. Yapılan araştırmalar ışığında ilk kültür izlerine Küçükçekmece gölü kıyısında bulunan ''Yarımburgaz mağarasında'' rastlıyoruz. Yapılan çeşitli arkeolojik faaliyetler ve kazılarda önemli bulgulara rastlanmıştır : Dudullu yakınlarında altpaleolitik çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise ortapaleolitik çağ ve üstpaleolitik çağa özgü aletlere rastlıyoruz. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Bugünkü İstanbul'un doğum sancılarını ise M.Ö.7. yüzyılda duyuyoruz. M.S.4. yüzyılda Constantin imparatorluğunun başkenti olarak burayı adeta yeniden inşaa etmiştir; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır.
Bu ne ya! Tarihmi öğreniyoruz demeyin hemen, biliyorum sıkıcıdır tarih o zaman birazda mitolojiye değinelim. Kız kulesini biliriz hepimiz ya bir fotoğraftan ya da bir takvim sayfasından görmüşüzdür onu hep ulaşılmaz gelmiştir bize nedense? İstanbulun tarihinde ve mitolojisinde önemi çok büyüktür Kızkulesinin. Yunan mitlerine şöyle yansımıştır Kızkulesi; efsaneye göre  Leandra adlı bir genç, Kızkulesi’ndeki bir genç kıza aşık oluyor. Her gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyıdan yüzerek Kızkulesi’ne gelen Leandra’ya sevgilisi, yol göstermek için, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıkların üstünde ateş yakıyor. Bir fırtınalı gecede genç kızın yaktığı ateş sönüyor. Leandra, kayalıkları bulamıyor ve yolunu kaybediyor. Boğazın serin ve karanlık sularında boğulup gidiyor. Leandra’nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de intihar ediyor. Başka bir mitte de Falcılar, Bizans kralına, "Sevgili kızın, yılan sokmasından ölecek" diye, kötü bir haber veriyor. Kral, kızını yılan sokmasın diye, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırıp, buraya yerleştiriyor. Ancak genç bir subay, kralın kızına aşık oluyor. Günlerden bir gün, genç subay, prensese sunmak için bir demet çiçek hazırlıyor. Çiçek demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürüyor.
Etnik yapısını inceleyecek olursak büyük bir çeşitlilik göze çarpar bildiğimiz üzere istanbul bir metropol ve medeniyet beşiğidir; İstanbul nüfusunun %61.4’nün kendisini Türk, %18.44’ünün ise “farklı” kökenden kabul etmiştir.%21.11' lık gurup ise “karışık” kökenlidir. Bu gurubun akrabalık ilişkileri büyük çoğunlukla Türklerledir. Sayısal değerlerle incelersek % 61.40 Türk, % 13.30 Kürt, % 6.81 Balkan Kökenli, % 5.75 Kafkas kökenli, % 8.77 Laz, % 1.39 Hristiyan Azınlıklar, % 2.57 Arap'lar oluşturur. Bu kadar farklı kültürlerin aynı coğrafyada buluşması şaşırtıcı bir kimlik kazandırmıştır İstanbula.
Peki neydi bu kadar karamsar yapan İstanbulu.Göçlermiydi yoksa? evet göçlerdi, İstanbul 1950'den sonra çok büyük göç dalgaları altında adeta ezilmiştir ve buna devam edeceğe benziyor 1950'den sonra göçmenler Sivas'tan, Kastamonu'dan, Giresun'dan gelmişler ve daha çok Zeytinburnu civarına yerleşmişler. Balkanlar'dan gelenler de Gaziosmanpaşa veya Pendik civarına, Arnavutlar Eyüp'e, Tatarlar da Şehremini'ne yerleştiler. Böyle küçük koloniler oluşmuştur.Geçmişte bu gruplar İstanbul kültüründe asimile olurdu. Şimdi gelen gruplar erimemek iddiasıyla geliyorlar.

Günümüz İstanbulunu oluşturan faktörlerin ışığında kültürel faaliyetler, turizm ve ticaret şehir hayatındaki önemlerini sürdürmüştür. Ancak; nüfus artışı, trafik çözümü, düzensiz yapılaşmanın durdurulması meseleleri, kalan ahşap meskenlerin kurtarılması ile Boğaziçi'ne 3. geçiş planlaması çabaları devam etmiştir. Daimi bakım ve tamir edilerek titizlikle korunan Roma, Bizans ve Türk eserlerinin yanında veya gölgesinde İstanbul günlük yaşamı renkli ve hareketlidir, burası 10 milyonluk nüfusu ile 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti'nin en kalabalık şehridir.
İstanbul günümüzde insanını her yönüyle etkiler iyi ya da kötü herşeyiyle; trafik, çarpık yapılaşma, hava ve çevre kirliliği, suç oranlarıyla insanı içini ürpertsede; renkli eğlence hayatı, doğal ve tarihi zenginliği, muhteşem boğazıyla insana huzur ve neşe verir bu kent. İstanbul geçkin bir kadına benzer çoğu zaman ürkek ve sinsi. Gözler seni ne yapsan bilir ve duyar bu dev şehir; saklar kimi zaman bir cesedi soğuk sularında ya da makyajıyla büyüler mehtaplı gecelerde. Dökülen her damla kan göz yaşıyla birleşip akar toprağa ve bir filiz verir umuda,umutlar şehri İstanbula.


Kaynakça: www.etnologue.com, http://tr.wikipedia.org, 

GECE




Herşey bir geceydi ya hani, herşey ve her birey ,kadın ya da erkek farketmiyordu zaman harcanıyordu sadece adeta içki gibi... tek bir geceye odaklıydı ya hayat ve gerisini kimse düşünmüyordu. O gece sen geldin, belkide seni ben buldum ama gelmiştin işte ne olmuşsa olmuştu terimiz karışmış bir beden olmuştuk sonunda, diyorum ya harcıyorduk bişeyleri belki zamandı bu belki bizden bir parça ve sen bir yudum daha aldın içkinden artık dünyanın değeri yoktu gözlerinde her an hazırdın ölüme belkide. O ateş saçan gözler şimdi yerini donukça bakan iki çakıl taşına mı bırakmıştı bilmiyorum soru soruyorum cevap alamıyorum yer mekan fark etmiyordu belki bir deniz kenarı belkide bir sokak arasıydı hatırlamıyorum ve hatırladıkça inadına birşeyleri harcıyordum, ilişkiden malub çıkmanın gurur kırıklığıyla kendimi paralıyordum. Tek geceydi ya herşey şimdi sen bir duvarsın ama ağlayanın yok bense bir garip Tevrat üstüme damlayan gözyaşlarıyla boğulan... ah keşke üzmeseydim seni belki içimdeki acı sinagoglarda ölenlerden fazla bilmiyorum ne olacak durumum belki bir kaç kamyonet daha...ama dahasına dayanmaz bu yürek bu şehir beni kaldırmaz.Belkide şimdi kalkıp gitmeli bir cenaze kaldırmalı kimsesiz biri olmalı ,belkide bir garip dilenci ya da bir çocuk başı boş soğuktan titreyen... tek geceydi ya hepsi saat 02:55’ti hatırlıyorum ve hatırladıkça yıkılıyor caddeler,evler; içimdeki o sızımıydı bunlara sebeb belkide çığlıklardı çaresizce ölüme karşı. Göz yaşlarım avare geçen zamana öfkeyle akıyor hiç durmadan ve senin yansıman gözyaşlarımdan bana bakan, biliyorum ağlattım seni daha gözyaşların yanağında kurumadan dalmıştın ya uykuya belkide benden nefret etmiyorsundur artık geçen zaman üzerine gecenin sessizliğinde. O tek gece bir hataydı yapılması tanrı tarafından yasaklanan...beden ne çok şey istiyor ne çok... ben yaratıyorum o harcıyor mani olamıyorum, seviyorum galiba yaratıp yok etmeyi...bakmayın bana öyle ne diyor bu deli diye tanrıda aynısını yapmıyormu özenle yaratıp sonrada yok etmiyormu: yalnız değilim anlaşılan ama içimdeki acı kitlelere bölünsede dinmiyor. Tükenmeyen tek şey acı belkide, geceye yaver bir kalp burukluğu birde mide bulantısı.

TARDU FLORDUN




ALİ SÜRMELİ RÖPORTAJI 2005





ALİ SÜRMELİ RÖPORTAJI

Akşam olmuş hava kararmış ben ve arkadaşım Berkan eski bir bahçe kapısından güllerle donatılmış bir cennet avlusuna girmiş bulunduk hava karanlık olduğundan önümüzü iyi göremiyorduk ve çok uzağımızda olmayan bir karaltı hareket etti ve etraf birden aydınlandı işte karşımızda Ali Sürmeliyi görmüştük o an. Gayet mütevazı bir insan çok ta esprili bizi hemen evinin önündeki bahçeye kurulu masasında misafir etti Ali abi bizde çok uzatmadan ve uzatılan cömert eli kırmadan konuya girdik.

Onur Ayan: İnsanlar sizi huysuz ama komik biri olarak biliyorlar daha doğrusu ‘’Deli Yürek’’ dizisindeki  ‘’Turgay Atacan’’ olarak tanıyorlar, sizce ‘’Turgay Atacan’’ karakteriyle örtüşen ya da örtüşmeyen taraflarınız varmı?

Ali Sürmeli: Texti Ömer Lütfü Mete ve ekibi yazıyordu biraz uzağında başladım hikâyeden yani benim uzağımda hem benzeşiyor hem benzemiyor artık ister istemez kaşım, gözüm, duygularım karışıyor işin içine. O dönemde Ali sürmeli iş yapmıyordu herkes Turgay Atacana çay, yemek ısmarlıyordu işler iyi idi.

OA: Camoka karakterini canlandırdığınız ‘’Filler ve çimen’’ filminden bahserdermisiniz?

AS: Filler ve Çimen deki Camoka rolüne hazırlanıyordum  ki Osman Sınav aradı  ve dediki: böyle böyle bir dizi var şöyle bir karakter var oynar mısın bende kabul ettim  hem Camoka rolünü prova ederim hemde 6 bölüm oynar çıkarım dedim ama dizi 1 sene sürdü . Bu rol için iki ay kurusıkıyla atış talimi yaptık, teksti ezberlemeye çalıştım karışık bir dönemdi hem deli yürek sürüyordu hem devlet tiyatrosunda patron adlı tiyatro oyunu provası sürüyordu. Hem sultans of the dans a derse gidiyordu uykusuz günlerde ne yaşadım bilmiyorum.

OA: Sakıp Sabancının konu edildiği Patron adlı Tiyatro eseri galasında meydana gelen talihsiz olaydan bahseder misiniz?

 AS: Patron oyunu olayı aslında talihli bir olay rahmetli babam baktı o dönem bana bu evide onun sayesinde aldım, burası çöplüktü gül bahçesine çevirdim çok ta güzel oldu. Burada toplumun artıkları benimle beraber bütün artıklar burada yaşıyordu, Erkan canla senaryo çalışıyorduk ‘’gül hikâyesi’’ buralara gülleri ektik ilk güller açtıktan sonra onlarda artık çöplerini atmamaya başladılar.

OA: Türkiyedeki dizi sektörü hakkında neler söyleyebilirsiniz, sizce dünya kalitesinde ürünler mevcutmu?


AS: Ben olduğunu zannetmiyorum olsa zaten Avrupa bizede verin derdi işte ben bir hırsız polisi seyrediyorum… osırada dizi başladı---tüh başlamış---, -OA: Kurtlar vadisi hakkında neler düşünüyorsunuz?
 Valla diziyi seyretmedim ama filmi güzeldi gayet Amerikan vari olmuş efektler çok hoş.

OA: Levent Kırca, Metin Serezli, Şermin Hürmeriç gibi  isimlerle  beraber oynadığınız ‘’Son’’ filminden bizlere bahseder misiniz. Levent Kırca sizce nasıl bir yönetmen ve oyuncu?

AS: Konusu benim bildiğim kadarıyla inşaatta çalışan bir işçiyim Teomanın eseri olan  ‘’on-yedi’’ şarkısını söylerken aynı zamanda testereyle tahta kesiyorum bu arada karşı penceredeki kızı ise kesiyorum bakışlarımla, testereyle tahtayı keserken düşüyorum ve beni alıyorlar bir güzel yıkıyorlar temizliyorlar ve şarkıcı yapıyorlar. Ev çok sıcaktı ,yanıyordu adeta ve ağır elbiseler vardı üzerimizde, gerçi havuzda vardı orda ise boğuluyorduk, Levent abide teneşirde yıkıyordu beni çırılçıplak. Sahne bitti kırkından sonra azanı teneşir paklar dedi artık azabilirsin deyince bizim filmler koptu tüm ekip dağıldık.
Levent baba çok güzel bir adamdır oyunculuğuda çok iyidir, zaten yönetmeye kalkmaz, baba adamdır kendiside oyuncu olduğundan güzel güzel anlatır tatlı tatlı anlatır, sana ise onun anlattıklarını yapmak kalır.

OA: ‘’Hiçbir şey hakkında kısa bir düşüş’’ filminde rol aldınız, şüphesiz  filme olan katkınız çok büyük, Tolga Küçük’le tanışmanız nasıl gerçekleşti?

AS: Ben içerde yatıyordum iki tane herif geliyor gençler ve pencereden ben kapıyı görüyorum. Hırsızlar bunlar anladım ürkek çekingen geldiler hafiften kapıyı tıklattılar , kim o!--- Abi biz şimdi aslında arkadaşlar senaryo işte--- senaryomu ne diyorsun sen ,hırsızda değil bunlar ,çünkü eli yüzü düzgün temiz çocuklar ,--- biz abi arkadaşlarımız buradan geçiyormuş e-mail olmadı telefon daha icat edilmemiş abii biz seni ordan arkadaşımız geçerken toprakla bahçeyle uğraşırken görmüş ,karşıya sormuş ali sürmeli demişler evet evi burası deyince abi biz eve geldik---. Açtım kapıyı geçin bir oturun ne diyorsunuz ---abi işte biz bir film çekeceğiz telefonuna, e-mailine ulaşamadık işte ev burası kapını çaldık. İyi buyrun oturun, senaryo nerde?--- senaryo yok evde kaldı---gidin çabuk senaryoyu getirin dedim, gittiler geldiler bir süre sonra kameraları yok evde Canon var bu olur mu olur, ışıklar falan aşka sürgünden Haydar ağabeye söyledik oda küçük bir takım ışık yaptı verdi Cesur halamın oğlu buradaydı onu yanlarına çekime verdik böyle oldu.

OA :‘’Hiçbir şey hakkında kısa bir düşüş’’ filmi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

AS: Filmi daha izlemedim teksti verdi Tolga bana, o sıra ağır bir kaç iş vardı ve sette ezberledim, oynadım Tolga anlattı konuyu nasıl olduğunu, güzel bir çalışma olmuş.

OA: Tolga Küçüğün ekibini nasıl değerlendirdiniz?

AS: Bilmiyorum işte biri tarih okuyor biri coğrafya okuyor o zaman dedim bunlar bu işi yaparlar, sinema-tv okusalar idi yapamazlardı çünkü okullarda bir işi yapmamak için ders veriyorlar sizden hiçbir şey olmaz, siz kendinizi ne sanıyorsunuz, daha on fırın ekmek yemeniz lazım gibi atasözleri sıralanıyor 4 yıl boyunca ve bunlar öğretiliyor ve bu atasözleriyle o çocuğun içindeki güveni ve bir işi yapma arzusunu yok edip okuldan mezun ediyorlar. Daha sonra çıkan insanın içindeki güveni kaybettiğinden dolayı geriye biraz etle biraz kemikten oluşan insan evlatları kalıyor.
Yirmi sene önce okudum artık bir değişiklik olsaydı eğitimde sonuçlarını görürdük. Dünyada bizim duyduğumuz öğretmenler marangozlara kendi bildiklerini gösterirler ve marangozda kendi yapmak istediğini yapar ama okulda öğrendikleri bir engel teşkil etmez.
Bizimkilerde ise önce sen benim istediklerimi yap sonra kendi yapmak istediğin hala kafanda kaldıysa yaparsın.

OA: Eski usül türk filmi tadındaki dizilere ne diyorsunuz?

AS: Acı hayat aslında türk filmi modeli değildir, nerede fakir kızla türk gencinin aşkı vardır,  ıhlamurlar altında ve acı hayat tamamiyle amerikan modelidir; babalarınıza, dedelerinize sorun onlar bu gibi filmlerin Türk filmi olmadıklarını bilirler , amerikan modelini Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Türk halkı üzerine  monte etmişlerdir. Sizde artık biraz Amerikanlaşın dolar 1.5ytl olacak size küçük Amerika dedik ve bir başbakan verdik ne yaparsanız yapın bizim tam yarımız olacaksınız.
Bizim film dediğimiz Amerikalıların reklam filmleridir bizde 1.5 saattir sadece biraz uzundur, ne yaparsanız yapın bizim yarımız olup bize karşı gelemeyeceksiniz mesajını içerir bu filmler. Bu film modeli her topluma uygulanabilir, her toplumda başarıya ulaşmıştır. İki tampon birbirine çarpıp çizilse iki tarafta birbirine ana-avrat girerler ama müslümandırlar da aynı zamanda. Kapitalist olurlar birbirlerini ezerler. Amerikan modelidir bunlara türk modeli demek doğru olmaz.

OA: Sizce piyasada orta metrajlı filmler nasıl karşılanıyor , bir sinema filmi nasıl olmalı?

AS: Hiç bilmiyorum seyreden varmı o filmleri halbuki o çocuklar ne çileler çekiyorlar ki bunu bir biz biliyoruz birde sinemayla uğraşan adamlar biliyor seyirci kısmını bilmiyorum.
Bir hikayeyi roman yapamazsan, onu müziğe dönüştüremezsen, heykel yapamazsan ,resme dönüştüremezsen geriye bir tek yol kalıyor oturup film yapmak. Ama filmi tek başına yapamazsın diğerlerini tek başına yapabilirsin kendi başına müzisyen,heykeltıraş, ressam olursun ama sinemacı olamazsın. İlla kameraman,ışıkçı, setçi, oyuncu lazım komplike bir iş. Türkiyede çok güzel bir senaryo buldum diye işe başlanıyor sonra para ön sıraya çıkıyor.

Filmi ya da sanatı insanın öncelikle kendisi için yapmasıdır ve de insan sanatı kendisi için yapar. Bir adam kendisi için patron kendisi için işçi olmak ister fakat insan kendini ifade etmek için yapmak ister bu meslekleri. Ama yok kendi yaptığını  götürüyorsun plakçılara ya da prodüktörlere--- bunlar olmaz ,neden olmaz para etmez ---ama arkadaşım bu melodiler bu fikirler bana nerden geldi?---. Düşünsene tanrının 5. senfoniyi hediye etmesi için Bethoovenın yardımına ihtiyacı var önce tanrı Bethoovenı yaratıyor sonra bu melodileri ona gönderiyor--- sen diyorsun ki---valla  bethooven kusura bakma bu senfoni para etmez cd yapamayız--- yani ben şikayetçiyim bu sistemden.

Para güzel bir şey , ona tapanları gerçekten süründürür o yüzden seviyorum parayı
Bir gün parayı karşıma aldım bir kadın misali onunla konuşmaya başladım dedim ki paraya ---para bizim bu ilişkimiz ne olacak ben senin peşinden koştukça sen benden uzaklaşıyorsun dedim, para yüzüme baktı ve dedi ki eğer sen benim senden istediklerimi yapmazsan kendi istediklerini yaparsan ben senden kaçmam yani kaçan kovalanır dedi bana bende onun dediğini dinledim kendi istediğim işlerde çalıştım bir süre sonra para benim aklımı çelmek için cilve yapmaya başladı iki üç misli fiyatlar verdiler ve para bana dedi ki her insanın bir fiyatı vardır. Ve bende bir süre sonra güzel para kazanmaya başladım.

OA:Önümüzde ki günler için neler yapmayı planlıyorsunuz?

AS:Martıların efendisi adında bir film çekmeye hazırlanıyorum gelecek sene ekranlarda olacak bu film devrimci bir adamın martılarla konuşmasını ve beraberinde gelişen trajikomik olaylar zincirini konu alıyor film şu an proje aşamasında.


FEAR




“Fear” means “the bad feeling that you have when you are in danger, when something bad might happen, or when a particular thing frightens you” in the Oxford Word Power Dictionary, so; everybody thinks bad and negative things because of the known meaning of “fear” word. In fact there are also positive consequences and effects of fearing as success in more argument-based processing of fear-relevant persuasive information, that are the results of ldquofear-arousingrdquo health threat communications. We can avoid the destructive of fear by motivating ourselves in a logical way.

A significant positive effect of fearing is about the use of fear arousal in health. According to A.C. Ruiter Robert (Journal of behavior medicine), it may be an efficient tool in health education practice. A.C. Ruiter Robert studied this subject in his book “Evoked fear and effects of appeals on attitudes to performing breast self-examination: an information-processing perspective.” It was hypothesized that “fear arousal motivates respondents to more argument-based processing of fear-relevant persuasive information. Respondents first read information about breast cancer in which fear was manipulated. After measuring fear arousal, respondents read a persuasive message about performing BSE (breast self-examination). Analyses with reported fear, but not manipulated fear, found support for the hypothesis. Respondents who reported mild fear of breast cancer based their attitude toward BSE more on the arguments provided than respondents who reported low fear of breast cancer. “ (Robert, A.C. Ruiter, Health Education Research, Vol. 16, No. 3, 307-319, June 2001)

In this study we see an exact effect of fear. Breast self-examination (BSE) is a test that has to be made by every woman in every month. It includes “looking” and “feeling” stages. Looking stage includes looking at breast from mirror and controlling if any unordinary shape occurs. Feeling stage includes touching the breasts and examining them if any strange mass occurs in them. In the study of A.C. Robert, participants who are affected by a fear arousal accept performing breast self examination easier than the participants who does not affected high fear arousal. This shows the effect of fear in persuading people.
 
Another study about this concept is made by Stephen Sutton and Robert Hallett in Journal of Behavioral Medicine. It reports an “experimental study investigating the role of cognitive factors and fear in mediating the effects of fear-arousing health threat communications. In this study Seventy-seven cigarette smokers were shown either a videotape about smoking or a control videotape on a different health topic before completing a questionnaire assessing their intentions to try to quit, the level of fear aroused, and three cognitive factors: (a) probability difference (perceived reduction in risk of health damage that follows from successful cessation), (b) utility of health damage, and (c) confidence. The smoking videotape influenced probability difference, utility, intentions, and follow-up reports of attempts at cessation. As predicted, both probability difference and utility influenced intention, which in turn influenced behavior. Neither confidence nor the amount of fear aroused by the videotape had significant effects on intention.” (Sutton, Stephen. Hallet, Robert. “Journal of Behavioural Medicine”. Springer Nederlands. December 21, 2004.)

As we see in this study, fear plays an important role in people’s behaviors. Sometimes it affects people in a positive way as this example. In this example feel of fearing keeps people away from smoking habit and persuades them that smoking is harmful for health. In the study, a videotape about the bad effects of smoking is shown to the people and as a result of this, participants of the study affects from the video. The sense of fearing is the main reason that affects these people in this study.

After these examples, we can understand that we can also avoid the destructive effects of fear. For example we can avoid the fear of being unsuccessful in the exams by using similar persuasion methods that Ruiter Robert, Stephen Sutton and Robert Hallett. We can do this simply by observing the students who fails in the same exam before and talking to them. This will provide a fear arousal and motivate us to work harder. Another example of this kind of application can be made for health. There is a website named www.realage.com.tr . In this site you answer a questionnaire about your daily habits and lifestyle than it shows the real biological age of you. By this way, if your age is counted higher than the real, it motivates you to live healthier by the effect of fear arousal.

To sum up, we can clearly say that, fear can have positive consequences and we can avoid the destructive effects of fear, like seeing the bad results when we don’t do the requirements for a concept like health or education. The fear arousal is the main factor that motivates and keeps us doing a wrong thing. As we see, fearing sometimes can be helpful for our lives.



Works cited:
·                    Sutton, Stephen. Hallet, Robert. “Journal of Behavioural Medicine”. Springer Nederlands.
·                    Robert, A.C. Ruiter, Health Education Research, Vol. 16, No. 3, 307-319, June 2001.