27 Ocak 2012 Cuma

ŞEHİR




           Koskoca bir kalabalığın gölgesinde kalmış biriydi o, hiçbiryerde yalnız değildi aslında ama kendi içinde tek başına gibiydi. Kimbilir kaçıncı karşılaşmasıydı köşedeki simitçiyle ya da hergün aynı saatte minibüsüne binmeyi beklediği vefakar dolmuş şoförüyle, kendide bilmiyordu bunu bilmeye gerekte duymuyordu aslında. Milyonların içinde bir birey olmanın acısını çok yeni tadıyordu göğsünün ücra bir köşesinde ve buna aldırmadan yaşamanın getirdiği o eski hüzün kaplıyordu her seferinde o ücra yeri, takii o kalabalığa kapılıncaya dek çünkü unutturuyordu kalabalık ona hüznünü sanki günler sonrası yakılan tek dal sigara gibi. Öylesine içine alıyordu ki şehir onu, sezemiyordu geçip giden zamanı arada bir kolundaki eski saatine bakıp anlayabiliyordu ancak uçarcasına giden zamanı. Şehirde herşey öylesine zamanla yarışıyordu ki yetişemiyordu ona bitkin düşüyordu evine varasıya. Hava kararıyordu martılar içli bir türkü tutturmuş veda ediyorlardı bin yıllık sevdalı denize. Deniz umursamazca yolcu ediyordu garip martıları. Anlaşılan bu gecede almayacaktı onları koynuna nazlı deniz. Gecenin karanlığına bürünen şehir bambaşka bir elbise geçirmiş gibiydi üzerine; süslü geçkin kadınlar gibi hüzünlü ve anlamlı bir yüzü vardı sanki. Pencereden sokakta yürüyen insanları izledikçe bir yerlere dalıyordu gözleri hiç bilmediği bir yerdi orası hiç gitmediği. O kadar yakındı ki o yer uzansa erişebilirdi sanki ama her zaman ki gibi erteledi bu isteğini. Yalnızlığına ve evinin kasvetine kaptırdı kendini içindeki o ücra köşe sızladı yine anımsadı herşeyi. Bir ses arıyordu ama bulamıyordu evinde. Bazen o sesi duymak için gecelerce uyumuyordu ama yinede duyamıyordu onu deliriyormuydu yoksa kendide emin olamıyordu belkide zayıf bir anını kolluyordu onun. Gece günle karşılaştığında  siliyordu makyajını kaçarcasına telaşla ve herşey başa dönüyordu bu şehirde asırlardır olduğu gibi tekdüze. 

Her birimiz yaşadığımız şehirde bazen bukadar daraldığımızı hissetmişizdir ben yaşadığım şehri, yaşadığımız bu büyük şehri anlatıcam bu kez; evet İstanbulu ele alıcam nasıldı; neden böyle oldu? belki merak edip dedelerimizden- ninelerimizden dinlemişizdir ''o eski İstanbulu'' bazen şaşırmış bazende umursamamışızdır belkide, kimbilir her bireyin bambaşka bir coğrafya olduğu günümüz insanının o karmaşık yapısında belkide şehrin (İstanbul) de bir katkısı vardır ki bence var ve yadsınamaz bir gerçeklik bu bana göre. Neydi peki bildiğimiz İstanbulu bu hale getiren. Binlerce yıldır böyle miydi yoksa? yoksa zamanlamı değişmişti efsanelere, şarkılara, romanlara konu olan bu devasa şehir? Sırrı neydi İstanbulun?
Bir köprüdür İstanbul Asyadan Avrupaya, eski dünyanın merkezinde doğasıyla ve o eşşiz boğazıyla bir megapolistir. Karadenizin Ege denizine kavuşması için sanki elini uzatmış bir melektir marmara denizi kıyısında kurulu bu canım şehir çok önemli stratejik bir bölgedir; tarihi 2500 yılı aşan İstanbul kurulduğundan beri bir medeniyetler sentezi, kültür ve ticaret merkezi olmuştur. Öyleki İstanbul üç dünya imparatorluğu olan Roma, Bizans ve Osmanlıya başkentlik yapmıştır. 1600 yılı aşan bir süre boyunca 120 den fazla imparator ve sultan burada hüküm sürmüştür. Dünyada bu özelliğe sahip tek şehirdir.
Tarihine gelicek olursak İstanbulun ne kadar köklü bir medeniyet beşiği olduğunu çabucak farkederiz. Tarihi çok gerilere dayanıyor İstanbulun tarihi yaklaşık 300 bin yıl önceye kadar uzanıyor varoluşu  İstanbulun. Yapılan araştırmalar ışığında ilk kültür izlerine Küçükçekmece gölü kıyısında bulunan ''Yarımburgaz mağarasında'' rastlıyoruz. Yapılan çeşitli arkeolojik faaliyetler ve kazılarda önemli bulgulara rastlanmıştır : Dudullu yakınlarında altpaleolitik çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise ortapaleolitik çağ ve üstpaleolitik çağa özgü aletlere rastlıyoruz. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Bugünkü İstanbul'un doğum sancılarını ise M.Ö.7. yüzyılda duyuyoruz. M.S.4. yüzyılda Constantin imparatorluğunun başkenti olarak burayı adeta yeniden inşaa etmiştir; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır.
Bu ne ya! Tarihmi öğreniyoruz demeyin hemen, biliyorum sıkıcıdır tarih o zaman birazda mitolojiye değinelim. Kız kulesini biliriz hepimiz ya bir fotoğraftan ya da bir takvim sayfasından görmüşüzdür onu hep ulaşılmaz gelmiştir bize nedense? İstanbulun tarihinde ve mitolojisinde önemi çok büyüktür Kızkulesinin. Yunan mitlerine şöyle yansımıştır Kızkulesi; efsaneye göre  Leandra adlı bir genç, Kızkulesi’ndeki bir genç kıza aşık oluyor. Her gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyıdan yüzerek Kızkulesi’ne gelen Leandra’ya sevgilisi, yol göstermek için, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıkların üstünde ateş yakıyor. Bir fırtınalı gecede genç kızın yaktığı ateş sönüyor. Leandra, kayalıkları bulamıyor ve yolunu kaybediyor. Boğazın serin ve karanlık sularında boğulup gidiyor. Leandra’nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de intihar ediyor. Başka bir mitte de Falcılar, Bizans kralına, "Sevgili kızın, yılan sokmasından ölecek" diye, kötü bir haber veriyor. Kral, kızını yılan sokmasın diye, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırıp, buraya yerleştiriyor. Ancak genç bir subay, kralın kızına aşık oluyor. Günlerden bir gün, genç subay, prensese sunmak için bir demet çiçek hazırlıyor. Çiçek demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürüyor.
Etnik yapısını inceleyecek olursak büyük bir çeşitlilik göze çarpar bildiğimiz üzere istanbul bir metropol ve medeniyet beşiğidir; İstanbul nüfusunun %61.4’nün kendisini Türk, %18.44’ünün ise “farklı” kökenden kabul etmiştir.%21.11' lık gurup ise “karışık” kökenlidir. Bu gurubun akrabalık ilişkileri büyük çoğunlukla Türklerledir. Sayısal değerlerle incelersek % 61.40 Türk, % 13.30 Kürt, % 6.81 Balkan Kökenli, % 5.75 Kafkas kökenli, % 8.77 Laz, % 1.39 Hristiyan Azınlıklar, % 2.57 Arap'lar oluşturur. Bu kadar farklı kültürlerin aynı coğrafyada buluşması şaşırtıcı bir kimlik kazandırmıştır İstanbula.
Peki neydi bu kadar karamsar yapan İstanbulu.Göçlermiydi yoksa? evet göçlerdi, İstanbul 1950'den sonra çok büyük göç dalgaları altında adeta ezilmiştir ve buna devam edeceğe benziyor 1950'den sonra göçmenler Sivas'tan, Kastamonu'dan, Giresun'dan gelmişler ve daha çok Zeytinburnu civarına yerleşmişler. Balkanlar'dan gelenler de Gaziosmanpaşa veya Pendik civarına, Arnavutlar Eyüp'e, Tatarlar da Şehremini'ne yerleştiler. Böyle küçük koloniler oluşmuştur.Geçmişte bu gruplar İstanbul kültüründe asimile olurdu. Şimdi gelen gruplar erimemek iddiasıyla geliyorlar.

Günümüz İstanbulunu oluşturan faktörlerin ışığında kültürel faaliyetler, turizm ve ticaret şehir hayatındaki önemlerini sürdürmüştür. Ancak; nüfus artışı, trafik çözümü, düzensiz yapılaşmanın durdurulması meseleleri, kalan ahşap meskenlerin kurtarılması ile Boğaziçi'ne 3. geçiş planlaması çabaları devam etmiştir. Daimi bakım ve tamir edilerek titizlikle korunan Roma, Bizans ve Türk eserlerinin yanında veya gölgesinde İstanbul günlük yaşamı renkli ve hareketlidir, burası 10 milyonluk nüfusu ile 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti'nin en kalabalık şehridir.
İstanbul günümüzde insanını her yönüyle etkiler iyi ya da kötü herşeyiyle; trafik, çarpık yapılaşma, hava ve çevre kirliliği, suç oranlarıyla insanı içini ürpertsede; renkli eğlence hayatı, doğal ve tarihi zenginliği, muhteşem boğazıyla insana huzur ve neşe verir bu kent. İstanbul geçkin bir kadına benzer çoğu zaman ürkek ve sinsi. Gözler seni ne yapsan bilir ve duyar bu dev şehir; saklar kimi zaman bir cesedi soğuk sularında ya da makyajıyla büyüler mehtaplı gecelerde. Dökülen her damla kan göz yaşıyla birleşip akar toprağa ve bir filiz verir umuda,umutlar şehri İstanbula.


Kaynakça: www.etnologue.com, http://tr.wikipedia.org, 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder