Saat sabah 10.30’u civarıydı “Boğaz’ın İncisi”
Çengelköy’e varmak üzereyken. Vapur iskeleye yaklaşmadan ilk dikkatimi çeken,
semtin yeşillik oranıydı. Beylerbeyi ile Vaniköy arasındaki koyun ardındaki
yamaca kurulu bu semt gerçekten de
“Boğaz’ın İncisi” ismine yakışır derecede yeşil ve güzel görünüyordu.
İskeleye yaklaşırken semtin yeşilliği ve
temizliğini kıyısı ve denizi için söyleyemedim.
Koyunun dar olmasından ve oradaki suyun durgun olmasından olsa gerek,
suyu pis gibi göründü bana Çengelköy sahilinin. İskeleye varıp karaya ayak
bastığımda yüzümü yeniden boğaza döndüm ve şunu gördüm ; evet kıyı suyu çok
temiz değildi ama kıyısından boğaz manzarası süperdi. Birinci boğaz köprüsü ve
arkasında “Eski İstanbul” diye tabir edilen tarihi yarım ada tamamıyla görülebiliyordu.
İstanbul’un genelinde rastlayamadığım temiz havayı içime çektim ve karnımın
acıktığını fark ettim. Hemen bir restoran aradı gözlerim. Kendimi iki katlı,
arka tarafı denizi gören bir bahçeye çıkan, güzel bir mekana attım. Fiyatlar ne
çok ucuz, ne de gereksiz pahalı idi. Güzel bir kahvaltı yaptım. Sonralardan
öğrendim; o yemek yediğim yer meşhur “Süper Baba” dizisinde kullanılan Fiko’
nun en iyi arkadaşının kahvehanesiymiş. O dizinin Çengelköy’de çekildiğini de
biliyordum zaten. “İyi denk gelmiş!” diye düşündüm.
Gitmeden önce, internet üzerinden ufak bir
araştırma yapmıştım Çengelköy hakkında. Rivayete göre Bizans zamanında “Sophianea”
diye bir kraliçe için yaptırılmış burası. 17 YY’ da Üsküdar’dan sonra İstanbul’un
en büyük kasabasıymış. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde bu yüzyılda
Çengelköy’ de muhteşem bir saray ve hasbahçenin yanında mescit, padişahın savaşta kullandığı köpeklerin
yetiştirildiği samsonhane isimli yer olduğu söyleniyor. Nüfusun çoğunluğu
Rumlardan oluşuyormuş o zamanlar. Zengin Rum aileleri kıyı boyunca yalılara
yerleşmişler. Buranın adının “Çengelköy” olmasının nedeni ise, Osmanlı
döneminde gemi çapaların burada yapılıyor olması imiş.
Gittiğim zaman mı tersti yada ben mi rastlamadım
bilinmez meşhur “Çengelköy Hıyarı”ndan yiyemedim. Daha doğrusu aklıma gelmedi
arayıp sormak. Çünkü semt gerçekten güzel bir semtti ve insanın hıyar falan
düşünecek hali yoktu. Bu arada kirazı ve ayvası da meşhurmuş Çengelköy’ün.
Sahil boyu biraz yürüdükten sonra, boğazdan bütün
ihtişamıyla görünen “Kuleli Askeri Lisesi” dikkatimi çekti. Yakından daha bir
ihtişamlı görünüyordu doğrusu. Kim bilir ne paşalar yetişmişti burada da ülke
tarihini değiştirmişti. 60lar 70ler 80ler…Gülümsedim. Devam ettim yola. Bir
yandan sahildeki yalılara bakıyordum. Genelde “Sadullah Paşa Yalısı, Abdullah
Paşa Yalısı” gibi isimleri vardı. “Paşalar semti” diye geçirdim içimden.
Sahil tarafındaki yeşil ve mütevazı yapılaşma, üst
taraflara doğru yavaş yavaş betonlaşmaya dönüşmüş Çengelköy’de. Bu durum
dikkatimi çekti ve üzüldüm. En azından böyle birkaç semt korunsun İstanbul’da.
Her taraf griye dönünceye kadar devam ettirmeyi düşünenler var herhalde bu işi.
Ama çok yanlış yapıyorlar. Bu şehre yazık oluyor. Ama Çengelköy insanı bilinçli
bir halka benziyor. Ortaköy’ deki “trendy” gece kulüplerinden geç saatlerde
gelen sesi engelletmek için az direnmemişlerdi. Nitekim malum mekanların
sahipleri deniz tarafına ses engelleyici şeffaf setler çektirmek zorunda
kalmışlardı. Bu betonlaşmayı durdurmak için de direnecektir Çengelköy halkı.
Zaman çok çabuk geçmiş, hava kararmaya yüz
tutmuştu. Daha yarısını gezebilmiştim bu güzel yerin. Ama dönmem gerekiyordu
artık. İstanbul’un bu nadir yeşillikli ve temiz havalı semtinin hep böyle kendine has mütevazı haliyle
kalmasını umarak bindim dönüş vapuruna. İçim huzurlu ve mutluydu. Çengelköy’ü
sevmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder