Koskoca bir kalabalığın gölgesinde
kalmış biriydi o, hiçbiryerde yalnız değildi aslında ama kendi içinde tek başına
gibiydi. Kimbilir kaçıncı karşılaşmasıydı köşedeki simitçiyle ya da hergün aynı
saatte minibüsüne binmeyi beklediği vefakar dolmuş şoförüyle, kendide
bilmiyordu bunu bilmeye gerekte duymuyordu aslında. Milyonların içinde bir
birey olmanın acısını çok yeni tadıyordu göğsünün ücra bir köşesinde ve buna
aldırmadan yaşamanın getirdiği o eski hüzün kaplıyordu her seferinde o ücra
yeri, takii o kalabalığa kapılıncaya dek çünkü unutturuyordu kalabalık ona
hüznünü sanki günler sonrası yakılan tek dal sigara gibi. Öylesine içine
alıyordu ki şehir onu, sezemiyordu geçip giden zamanı arada bir kolundaki eski
saatine bakıp anlayabiliyordu ancak uçarcasına giden zamanı. Şehirde herşey
öylesine zamanla yarışıyordu ki yetişemiyordu ona bitkin düşüyordu evine
varasıya. Hava kararıyordu martılar içli bir türkü tutturmuş veda ediyorlardı
bin yıllık sevdalı denize. Deniz umursamazca yolcu ediyordu garip martıları.
Anlaşılan bu gecede almayacaktı onları koynuna nazlı deniz. Gecenin karanlığına
bürünen şehir bambaşka bir elbise geçirmiş gibiydi üzerine; süslü geçkin
kadınlar gibi hüzünlü ve anlamlı bir yüzü vardı sanki. Pencereden sokakta
yürüyen insanları izledikçe bir yerlere dalıyordu gözleri hiç bilmediği bir
yerdi orası hiç gitmediği. O kadar yakındı ki o yer uzansa erişebilirdi sanki
ama her zaman ki gibi erteledi bu isteğini. Yalnızlığına ve evinin kasvetine
kaptırdı kendini içindeki o ücra köşe sızladı yine anımsadı herşeyi. Bir ses
arıyordu ama bulamıyordu evinde. Bazen o sesi duymak için gecelerce uyumuyordu
ama yinede duyamıyordu onu deliriyormuydu yoksa kendide emin olamıyordu belkide
zayıf bir anını kolluyordu onun. Gece günle karşılaştığında siliyordu makyajını kaçarcasına telaşla ve
herşey başa dönüyordu bu şehirde asırlardır olduğu gibi tekdüze.
Her
birimiz yaşadığımız şehirde bazen bukadar daraldığımızı hissetmişizdir ben
yaşadığım şehri, yaşadığımız bu büyük şehri anlatıcam bu kez; evet İstanbulu
ele alıcam nasıldı; neden böyle oldu? belki merak edip dedelerimizden-
ninelerimizden dinlemişizdir ''o eski İstanbulu'' bazen şaşırmış bazende
umursamamışızdır belkide, kimbilir her bireyin bambaşka bir coğrafya olduğu
günümüz insanının o karmaşık yapısında belkide şehrin (İstanbul) de bir katkısı
vardır ki bence var ve yadsınamaz bir gerçeklik bu bana göre. Neydi peki
bildiğimiz İstanbulu bu hale getiren. Binlerce yıldır böyle miydi yoksa? yoksa
zamanlamı değişmişti efsanelere, şarkılara, romanlara konu olan bu devasa
şehir? Sırrı neydi İstanbulun?
Bir köprüdür İstanbul Asyadan
Avrupaya, eski dünyanın merkezinde doğasıyla ve o eşşiz boğazıyla bir
megapolistir. Karadenizin Ege denizine kavuşması için sanki elini uzatmış bir
melektir marmara denizi kıyısında kurulu bu canım şehir çok önemli stratejik
bir bölgedir; tarihi 2500 yılı aşan İstanbul kurulduğundan beri bir
medeniyetler sentezi, kültür ve ticaret merkezi olmuştur. Öyleki İstanbul üç
dünya imparatorluğu olan Roma, Bizans ve Osmanlıya başkentlik yapmıştır. 1600
yılı aşan bir süre boyunca 120 den fazla imparator ve sultan burada hüküm
sürmüştür. Dünyada bu özelliğe sahip tek şehirdir.
Tarihine gelicek olursak İstanbulun
ne kadar köklü bir medeniyet beşiği olduğunu çabucak farkederiz. Tarihi çok
gerilere dayanıyor İstanbulun tarihi yaklaşık 300 bin yıl önceye kadar uzanıyor
varoluşu İstanbulun. Yapılan
araştırmalar ışığında ilk kültür izlerine Küçükçekmece gölü kıyısında bulunan
''Yarımburgaz mağarasında'' rastlıyoruz. Yapılan çeşitli arkeolojik faaliyetler
ve kazılarda önemli bulgulara rastlanmıştır : Dudullu yakınlarında
altpaleolitik çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise ortapaleolitik çağ ve
üstpaleolitik çağa özgü aletlere rastlıyoruz. 5000 yıllarından itibaren başta
Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa,
Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Bugünkü
İstanbul'un doğum sancılarını ise M.Ö.7. yüzyılda duyuyoruz. M.S.4. yüzyılda
Constantin imparatorluğunun başkenti olarak burayı adeta yeniden inşaa
etmiştir; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı
dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator
Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul,
1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli
kentlerinden biri sayılmıştır.
Bu ne ya! Tarihmi öğreniyoruz
demeyin hemen, biliyorum sıkıcıdır tarih o zaman birazda mitolojiye değinelim.
Kız kulesini biliriz hepimiz ya bir fotoğraftan ya da bir takvim sayfasından
görmüşüzdür onu hep ulaşılmaz gelmiştir bize nedense? İstanbulun tarihinde ve
mitolojisinde önemi çok büyüktür Kızkulesinin. Yunan mitlerine şöyle
yansımıştır Kızkulesi; efsaneye göre
Leandra adlı bir genç, Kızkulesi’ndeki bir genç kıza aşık oluyor. Her
gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyıdan yüzerek Kızkulesi’ne gelen
Leandra’ya sevgilisi, yol göstermek için, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıkların
üstünde ateş yakıyor. Bir fırtınalı gecede genç kızın yaktığı ateş sönüyor.
Leandra, kayalıkları bulamıyor ve yolunu kaybediyor. Boğazın serin ve karanlık
sularında boğulup gidiyor. Leandra’nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de intihar
ediyor. Başka bir mitte de Falcılar, Bizans kralına, "Sevgili kızın, yılan
sokmasından ölecek" diye, kötü bir haber veriyor. Kral, kızını yılan
sokmasın diye, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırıp, buraya
yerleştiriyor. Ancak genç bir subay, kralın kızına aşık oluyor. Günlerden bir
gün, genç subay, prensese sunmak için bir demet çiçek hazırlıyor. Çiçek
demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürüyor.
Etnik yapısını inceleyecek olursak büyük bir çeşitlilik
göze çarpar bildiğimiz üzere istanbul bir metropol ve medeniyet beşiğidir;
İstanbul nüfusunun %61.4’nün kendisini Türk, %18.44’ünün ise “farklı” kökenden
kabul etmiştir.%21.11' lık gurup ise “karışık” kökenlidir. Bu gurubun akrabalık
ilişkileri büyük çoğunlukla Türklerledir. Sayısal değerlerle incelersek % 61.40
Türk, % 13.30 Kürt, % 6.81 Balkan Kökenli, % 5.75 Kafkas kökenli, % 8.77 Laz, %
1.39 Hristiyan Azınlıklar, % 2.57 Arap'lar oluşturur. Bu kadar farklı
kültürlerin aynı coğrafyada buluşması şaşırtıcı bir kimlik kazandırmıştır
İstanbula.
Peki neydi bu kadar karamsar yapan İstanbulu.Göçlermiydi
yoksa? evet göçlerdi, İstanbul 1950'den sonra çok büyük göç dalgaları altında
adeta ezilmiştir ve buna devam edeceğe benziyor 1950'den sonra göçmenler
Sivas'tan, Kastamonu'dan, Giresun'dan gelmişler ve daha çok Zeytinburnu
civarına yerleşmişler. Balkanlar'dan gelenler de Gaziosmanpaşa veya Pendik
civarına, Arnavutlar Eyüp'e, Tatarlar da Şehremini'ne yerleştiler. Böyle küçük
koloniler oluşmuştur.Geçmişte bu gruplar İstanbul kültüründe asimile olurdu.
Şimdi gelen gruplar erimemek iddiasıyla geliyorlar.
Günümüz İstanbulunu oluşturan faktörlerin ışığında kültürel faaliyetler, turizm ve ticaret şehir hayatındaki önemlerini sürdürmüştür. Ancak; nüfus artışı, trafik çözümü, düzensiz yapılaşmanın durdurulması meseleleri, kalan ahşap meskenlerin kurtarılması ile Boğaziçi'ne 3. geçiş planlaması çabaları devam etmiştir. Daimi bakım ve tamir edilerek titizlikle korunan Roma, Bizans ve Türk eserlerinin yanında veya gölgesinde İstanbul günlük yaşamı renkli ve hareketlidir, burası 10 milyonluk nüfusu ile 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti'nin en kalabalık şehridir.
Günümüz İstanbulunu oluşturan faktörlerin ışığında kültürel faaliyetler, turizm ve ticaret şehir hayatındaki önemlerini sürdürmüştür. Ancak; nüfus artışı, trafik çözümü, düzensiz yapılaşmanın durdurulması meseleleri, kalan ahşap meskenlerin kurtarılması ile Boğaziçi'ne 3. geçiş planlaması çabaları devam etmiştir. Daimi bakım ve tamir edilerek titizlikle korunan Roma, Bizans ve Türk eserlerinin yanında veya gölgesinde İstanbul günlük yaşamı renkli ve hareketlidir, burası 10 milyonluk nüfusu ile 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti'nin en kalabalık şehridir.
İstanbul günümüzde insanını her yönüyle etkiler iyi ya
da kötü herşeyiyle; trafik, çarpık yapılaşma, hava ve çevre kirliliği, suç
oranlarıyla insanı içini ürpertsede; renkli eğlence hayatı, doğal ve tarihi
zenginliği, muhteşem boğazıyla insana huzur ve neşe verir bu kent. İstanbul
geçkin bir kadına benzer çoğu zaman ürkek ve sinsi. Gözler seni ne yapsan bilir
ve duyar bu dev şehir; saklar kimi zaman bir cesedi soğuk sularında ya da
makyajıyla büyüler mehtaplı gecelerde. Dökülen her damla kan göz yaşıyla
birleşip akar toprağa ve bir filiz verir umuda,umutlar şehri İstanbula.
Kaynakça: www.etnologue.com, http://tr.wikipedia.org,