27 Ocak 2012 Cuma

ŞEHİR




           Koskoca bir kalabalığın gölgesinde kalmış biriydi o, hiçbiryerde yalnız değildi aslında ama kendi içinde tek başına gibiydi. Kimbilir kaçıncı karşılaşmasıydı köşedeki simitçiyle ya da hergün aynı saatte minibüsüne binmeyi beklediği vefakar dolmuş şoförüyle, kendide bilmiyordu bunu bilmeye gerekte duymuyordu aslında. Milyonların içinde bir birey olmanın acısını çok yeni tadıyordu göğsünün ücra bir köşesinde ve buna aldırmadan yaşamanın getirdiği o eski hüzün kaplıyordu her seferinde o ücra yeri, takii o kalabalığa kapılıncaya dek çünkü unutturuyordu kalabalık ona hüznünü sanki günler sonrası yakılan tek dal sigara gibi. Öylesine içine alıyordu ki şehir onu, sezemiyordu geçip giden zamanı arada bir kolundaki eski saatine bakıp anlayabiliyordu ancak uçarcasına giden zamanı. Şehirde herşey öylesine zamanla yarışıyordu ki yetişemiyordu ona bitkin düşüyordu evine varasıya. Hava kararıyordu martılar içli bir türkü tutturmuş veda ediyorlardı bin yıllık sevdalı denize. Deniz umursamazca yolcu ediyordu garip martıları. Anlaşılan bu gecede almayacaktı onları koynuna nazlı deniz. Gecenin karanlığına bürünen şehir bambaşka bir elbise geçirmiş gibiydi üzerine; süslü geçkin kadınlar gibi hüzünlü ve anlamlı bir yüzü vardı sanki. Pencereden sokakta yürüyen insanları izledikçe bir yerlere dalıyordu gözleri hiç bilmediği bir yerdi orası hiç gitmediği. O kadar yakındı ki o yer uzansa erişebilirdi sanki ama her zaman ki gibi erteledi bu isteğini. Yalnızlığına ve evinin kasvetine kaptırdı kendini içindeki o ücra köşe sızladı yine anımsadı herşeyi. Bir ses arıyordu ama bulamıyordu evinde. Bazen o sesi duymak için gecelerce uyumuyordu ama yinede duyamıyordu onu deliriyormuydu yoksa kendide emin olamıyordu belkide zayıf bir anını kolluyordu onun. Gece günle karşılaştığında  siliyordu makyajını kaçarcasına telaşla ve herşey başa dönüyordu bu şehirde asırlardır olduğu gibi tekdüze. 

Her birimiz yaşadığımız şehirde bazen bukadar daraldığımızı hissetmişizdir ben yaşadığım şehri, yaşadığımız bu büyük şehri anlatıcam bu kez; evet İstanbulu ele alıcam nasıldı; neden böyle oldu? belki merak edip dedelerimizden- ninelerimizden dinlemişizdir ''o eski İstanbulu'' bazen şaşırmış bazende umursamamışızdır belkide, kimbilir her bireyin bambaşka bir coğrafya olduğu günümüz insanının o karmaşık yapısında belkide şehrin (İstanbul) de bir katkısı vardır ki bence var ve yadsınamaz bir gerçeklik bu bana göre. Neydi peki bildiğimiz İstanbulu bu hale getiren. Binlerce yıldır böyle miydi yoksa? yoksa zamanlamı değişmişti efsanelere, şarkılara, romanlara konu olan bu devasa şehir? Sırrı neydi İstanbulun?
Bir köprüdür İstanbul Asyadan Avrupaya, eski dünyanın merkezinde doğasıyla ve o eşşiz boğazıyla bir megapolistir. Karadenizin Ege denizine kavuşması için sanki elini uzatmış bir melektir marmara denizi kıyısında kurulu bu canım şehir çok önemli stratejik bir bölgedir; tarihi 2500 yılı aşan İstanbul kurulduğundan beri bir medeniyetler sentezi, kültür ve ticaret merkezi olmuştur. Öyleki İstanbul üç dünya imparatorluğu olan Roma, Bizans ve Osmanlıya başkentlik yapmıştır. 1600 yılı aşan bir süre boyunca 120 den fazla imparator ve sultan burada hüküm sürmüştür. Dünyada bu özelliğe sahip tek şehirdir.
Tarihine gelicek olursak İstanbulun ne kadar köklü bir medeniyet beşiği olduğunu çabucak farkederiz. Tarihi çok gerilere dayanıyor İstanbulun tarihi yaklaşık 300 bin yıl önceye kadar uzanıyor varoluşu  İstanbulun. Yapılan araştırmalar ışığında ilk kültür izlerine Küçükçekmece gölü kıyısında bulunan ''Yarımburgaz mağarasında'' rastlıyoruz. Yapılan çeşitli arkeolojik faaliyetler ve kazılarda önemli bulgulara rastlanmıştır : Dudullu yakınlarında altpaleolitik çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise ortapaleolitik çağ ve üstpaleolitik çağa özgü aletlere rastlıyoruz. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Bugünkü İstanbul'un doğum sancılarını ise M.Ö.7. yüzyılda duyuyoruz. M.S.4. yüzyılda Constantin imparatorluğunun başkenti olarak burayı adeta yeniden inşaa etmiştir; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır.
Bu ne ya! Tarihmi öğreniyoruz demeyin hemen, biliyorum sıkıcıdır tarih o zaman birazda mitolojiye değinelim. Kız kulesini biliriz hepimiz ya bir fotoğraftan ya da bir takvim sayfasından görmüşüzdür onu hep ulaşılmaz gelmiştir bize nedense? İstanbulun tarihinde ve mitolojisinde önemi çok büyüktür Kızkulesinin. Yunan mitlerine şöyle yansımıştır Kızkulesi; efsaneye göre  Leandra adlı bir genç, Kızkulesi’ndeki bir genç kıza aşık oluyor. Her gece, sevgilisiyle buluşmak için karşı kıyıdan yüzerek Kızkulesi’ne gelen Leandra’ya sevgilisi, yol göstermek için, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıkların üstünde ateş yakıyor. Bir fırtınalı gecede genç kızın yaktığı ateş sönüyor. Leandra, kayalıkları bulamıyor ve yolunu kaybediyor. Boğazın serin ve karanlık sularında boğulup gidiyor. Leandra’nın ölümüne dayanamayan sevgilisi de intihar ediyor. Başka bir mitte de Falcılar, Bizans kralına, "Sevgili kızın, yılan sokmasından ölecek" diye, kötü bir haber veriyor. Kral, kızını yılan sokmasın diye, Kızkulesi’nin bulunduğu kayalıklara bir ev yaptırıp, buraya yerleştiriyor. Ancak genç bir subay, kralın kızına aşık oluyor. Günlerden bir gün, genç subay, prensese sunmak için bir demet çiçek hazırlıyor. Çiçek demetinin içinde gizlenen bir yılan, talihsiz prensesi sokup öldürüyor.
Etnik yapısını inceleyecek olursak büyük bir çeşitlilik göze çarpar bildiğimiz üzere istanbul bir metropol ve medeniyet beşiğidir; İstanbul nüfusunun %61.4’nün kendisini Türk, %18.44’ünün ise “farklı” kökenden kabul etmiştir.%21.11' lık gurup ise “karışık” kökenlidir. Bu gurubun akrabalık ilişkileri büyük çoğunlukla Türklerledir. Sayısal değerlerle incelersek % 61.40 Türk, % 13.30 Kürt, % 6.81 Balkan Kökenli, % 5.75 Kafkas kökenli, % 8.77 Laz, % 1.39 Hristiyan Azınlıklar, % 2.57 Arap'lar oluşturur. Bu kadar farklı kültürlerin aynı coğrafyada buluşması şaşırtıcı bir kimlik kazandırmıştır İstanbula.
Peki neydi bu kadar karamsar yapan İstanbulu.Göçlermiydi yoksa? evet göçlerdi, İstanbul 1950'den sonra çok büyük göç dalgaları altında adeta ezilmiştir ve buna devam edeceğe benziyor 1950'den sonra göçmenler Sivas'tan, Kastamonu'dan, Giresun'dan gelmişler ve daha çok Zeytinburnu civarına yerleşmişler. Balkanlar'dan gelenler de Gaziosmanpaşa veya Pendik civarına, Arnavutlar Eyüp'e, Tatarlar da Şehremini'ne yerleştiler. Böyle küçük koloniler oluşmuştur.Geçmişte bu gruplar İstanbul kültüründe asimile olurdu. Şimdi gelen gruplar erimemek iddiasıyla geliyorlar.

Günümüz İstanbulunu oluşturan faktörlerin ışığında kültürel faaliyetler, turizm ve ticaret şehir hayatındaki önemlerini sürdürmüştür. Ancak; nüfus artışı, trafik çözümü, düzensiz yapılaşmanın durdurulması meseleleri, kalan ahşap meskenlerin kurtarılması ile Boğaziçi'ne 3. geçiş planlaması çabaları devam etmiştir. Daimi bakım ve tamir edilerek titizlikle korunan Roma, Bizans ve Türk eserlerinin yanında veya gölgesinde İstanbul günlük yaşamı renkli ve hareketlidir, burası 10 milyonluk nüfusu ile 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti'nin en kalabalık şehridir.
İstanbul günümüzde insanını her yönüyle etkiler iyi ya da kötü herşeyiyle; trafik, çarpık yapılaşma, hava ve çevre kirliliği, suç oranlarıyla insanı içini ürpertsede; renkli eğlence hayatı, doğal ve tarihi zenginliği, muhteşem boğazıyla insana huzur ve neşe verir bu kent. İstanbul geçkin bir kadına benzer çoğu zaman ürkek ve sinsi. Gözler seni ne yapsan bilir ve duyar bu dev şehir; saklar kimi zaman bir cesedi soğuk sularında ya da makyajıyla büyüler mehtaplı gecelerde. Dökülen her damla kan göz yaşıyla birleşip akar toprağa ve bir filiz verir umuda,umutlar şehri İstanbula.


Kaynakça: www.etnologue.com, http://tr.wikipedia.org, 

GECE




Herşey bir geceydi ya hani, herşey ve her birey ,kadın ya da erkek farketmiyordu zaman harcanıyordu sadece adeta içki gibi... tek bir geceye odaklıydı ya hayat ve gerisini kimse düşünmüyordu. O gece sen geldin, belkide seni ben buldum ama gelmiştin işte ne olmuşsa olmuştu terimiz karışmış bir beden olmuştuk sonunda, diyorum ya harcıyorduk bişeyleri belki zamandı bu belki bizden bir parça ve sen bir yudum daha aldın içkinden artık dünyanın değeri yoktu gözlerinde her an hazırdın ölüme belkide. O ateş saçan gözler şimdi yerini donukça bakan iki çakıl taşına mı bırakmıştı bilmiyorum soru soruyorum cevap alamıyorum yer mekan fark etmiyordu belki bir deniz kenarı belkide bir sokak arasıydı hatırlamıyorum ve hatırladıkça inadına birşeyleri harcıyordum, ilişkiden malub çıkmanın gurur kırıklığıyla kendimi paralıyordum. Tek geceydi ya herşey şimdi sen bir duvarsın ama ağlayanın yok bense bir garip Tevrat üstüme damlayan gözyaşlarıyla boğulan... ah keşke üzmeseydim seni belki içimdeki acı sinagoglarda ölenlerden fazla bilmiyorum ne olacak durumum belki bir kaç kamyonet daha...ama dahasına dayanmaz bu yürek bu şehir beni kaldırmaz.Belkide şimdi kalkıp gitmeli bir cenaze kaldırmalı kimsesiz biri olmalı ,belkide bir garip dilenci ya da bir çocuk başı boş soğuktan titreyen... tek geceydi ya hepsi saat 02:55’ti hatırlıyorum ve hatırladıkça yıkılıyor caddeler,evler; içimdeki o sızımıydı bunlara sebeb belkide çığlıklardı çaresizce ölüme karşı. Göz yaşlarım avare geçen zamana öfkeyle akıyor hiç durmadan ve senin yansıman gözyaşlarımdan bana bakan, biliyorum ağlattım seni daha gözyaşların yanağında kurumadan dalmıştın ya uykuya belkide benden nefret etmiyorsundur artık geçen zaman üzerine gecenin sessizliğinde. O tek gece bir hataydı yapılması tanrı tarafından yasaklanan...beden ne çok şey istiyor ne çok... ben yaratıyorum o harcıyor mani olamıyorum, seviyorum galiba yaratıp yok etmeyi...bakmayın bana öyle ne diyor bu deli diye tanrıda aynısını yapmıyormu özenle yaratıp sonrada yok etmiyormu: yalnız değilim anlaşılan ama içimdeki acı kitlelere bölünsede dinmiyor. Tükenmeyen tek şey acı belkide, geceye yaver bir kalp burukluğu birde mide bulantısı.

TARDU FLORDUN




ALİ SÜRMELİ RÖPORTAJI 2005





ALİ SÜRMELİ RÖPORTAJI

Akşam olmuş hava kararmış ben ve arkadaşım Berkan eski bir bahçe kapısından güllerle donatılmış bir cennet avlusuna girmiş bulunduk hava karanlık olduğundan önümüzü iyi göremiyorduk ve çok uzağımızda olmayan bir karaltı hareket etti ve etraf birden aydınlandı işte karşımızda Ali Sürmeliyi görmüştük o an. Gayet mütevazı bir insan çok ta esprili bizi hemen evinin önündeki bahçeye kurulu masasında misafir etti Ali abi bizde çok uzatmadan ve uzatılan cömert eli kırmadan konuya girdik.

Onur Ayan: İnsanlar sizi huysuz ama komik biri olarak biliyorlar daha doğrusu ‘’Deli Yürek’’ dizisindeki  ‘’Turgay Atacan’’ olarak tanıyorlar, sizce ‘’Turgay Atacan’’ karakteriyle örtüşen ya da örtüşmeyen taraflarınız varmı?

Ali Sürmeli: Texti Ömer Lütfü Mete ve ekibi yazıyordu biraz uzağında başladım hikâyeden yani benim uzağımda hem benzeşiyor hem benzemiyor artık ister istemez kaşım, gözüm, duygularım karışıyor işin içine. O dönemde Ali sürmeli iş yapmıyordu herkes Turgay Atacana çay, yemek ısmarlıyordu işler iyi idi.

OA: Camoka karakterini canlandırdığınız ‘’Filler ve çimen’’ filminden bahserdermisiniz?

AS: Filler ve Çimen deki Camoka rolüne hazırlanıyordum  ki Osman Sınav aradı  ve dediki: böyle böyle bir dizi var şöyle bir karakter var oynar mısın bende kabul ettim  hem Camoka rolünü prova ederim hemde 6 bölüm oynar çıkarım dedim ama dizi 1 sene sürdü . Bu rol için iki ay kurusıkıyla atış talimi yaptık, teksti ezberlemeye çalıştım karışık bir dönemdi hem deli yürek sürüyordu hem devlet tiyatrosunda patron adlı tiyatro oyunu provası sürüyordu. Hem sultans of the dans a derse gidiyordu uykusuz günlerde ne yaşadım bilmiyorum.

OA: Sakıp Sabancının konu edildiği Patron adlı Tiyatro eseri galasında meydana gelen talihsiz olaydan bahseder misiniz?

 AS: Patron oyunu olayı aslında talihli bir olay rahmetli babam baktı o dönem bana bu evide onun sayesinde aldım, burası çöplüktü gül bahçesine çevirdim çok ta güzel oldu. Burada toplumun artıkları benimle beraber bütün artıklar burada yaşıyordu, Erkan canla senaryo çalışıyorduk ‘’gül hikâyesi’’ buralara gülleri ektik ilk güller açtıktan sonra onlarda artık çöplerini atmamaya başladılar.

OA: Türkiyedeki dizi sektörü hakkında neler söyleyebilirsiniz, sizce dünya kalitesinde ürünler mevcutmu?


AS: Ben olduğunu zannetmiyorum olsa zaten Avrupa bizede verin derdi işte ben bir hırsız polisi seyrediyorum… osırada dizi başladı---tüh başlamış---, -OA: Kurtlar vadisi hakkında neler düşünüyorsunuz?
 Valla diziyi seyretmedim ama filmi güzeldi gayet Amerikan vari olmuş efektler çok hoş.

OA: Levent Kırca, Metin Serezli, Şermin Hürmeriç gibi  isimlerle  beraber oynadığınız ‘’Son’’ filminden bizlere bahseder misiniz. Levent Kırca sizce nasıl bir yönetmen ve oyuncu?

AS: Konusu benim bildiğim kadarıyla inşaatta çalışan bir işçiyim Teomanın eseri olan  ‘’on-yedi’’ şarkısını söylerken aynı zamanda testereyle tahta kesiyorum bu arada karşı penceredeki kızı ise kesiyorum bakışlarımla, testereyle tahtayı keserken düşüyorum ve beni alıyorlar bir güzel yıkıyorlar temizliyorlar ve şarkıcı yapıyorlar. Ev çok sıcaktı ,yanıyordu adeta ve ağır elbiseler vardı üzerimizde, gerçi havuzda vardı orda ise boğuluyorduk, Levent abide teneşirde yıkıyordu beni çırılçıplak. Sahne bitti kırkından sonra azanı teneşir paklar dedi artık azabilirsin deyince bizim filmler koptu tüm ekip dağıldık.
Levent baba çok güzel bir adamdır oyunculuğuda çok iyidir, zaten yönetmeye kalkmaz, baba adamdır kendiside oyuncu olduğundan güzel güzel anlatır tatlı tatlı anlatır, sana ise onun anlattıklarını yapmak kalır.

OA: ‘’Hiçbir şey hakkında kısa bir düşüş’’ filminde rol aldınız, şüphesiz  filme olan katkınız çok büyük, Tolga Küçük’le tanışmanız nasıl gerçekleşti?

AS: Ben içerde yatıyordum iki tane herif geliyor gençler ve pencereden ben kapıyı görüyorum. Hırsızlar bunlar anladım ürkek çekingen geldiler hafiften kapıyı tıklattılar , kim o!--- Abi biz şimdi aslında arkadaşlar senaryo işte--- senaryomu ne diyorsun sen ,hırsızda değil bunlar ,çünkü eli yüzü düzgün temiz çocuklar ,--- biz abi arkadaşlarımız buradan geçiyormuş e-mail olmadı telefon daha icat edilmemiş abii biz seni ordan arkadaşımız geçerken toprakla bahçeyle uğraşırken görmüş ,karşıya sormuş ali sürmeli demişler evet evi burası deyince abi biz eve geldik---. Açtım kapıyı geçin bir oturun ne diyorsunuz ---abi işte biz bir film çekeceğiz telefonuna, e-mailine ulaşamadık işte ev burası kapını çaldık. İyi buyrun oturun, senaryo nerde?--- senaryo yok evde kaldı---gidin çabuk senaryoyu getirin dedim, gittiler geldiler bir süre sonra kameraları yok evde Canon var bu olur mu olur, ışıklar falan aşka sürgünden Haydar ağabeye söyledik oda küçük bir takım ışık yaptı verdi Cesur halamın oğlu buradaydı onu yanlarına çekime verdik böyle oldu.

OA :‘’Hiçbir şey hakkında kısa bir düşüş’’ filmi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

AS: Filmi daha izlemedim teksti verdi Tolga bana, o sıra ağır bir kaç iş vardı ve sette ezberledim, oynadım Tolga anlattı konuyu nasıl olduğunu, güzel bir çalışma olmuş.

OA: Tolga Küçüğün ekibini nasıl değerlendirdiniz?

AS: Bilmiyorum işte biri tarih okuyor biri coğrafya okuyor o zaman dedim bunlar bu işi yaparlar, sinema-tv okusalar idi yapamazlardı çünkü okullarda bir işi yapmamak için ders veriyorlar sizden hiçbir şey olmaz, siz kendinizi ne sanıyorsunuz, daha on fırın ekmek yemeniz lazım gibi atasözleri sıralanıyor 4 yıl boyunca ve bunlar öğretiliyor ve bu atasözleriyle o çocuğun içindeki güveni ve bir işi yapma arzusunu yok edip okuldan mezun ediyorlar. Daha sonra çıkan insanın içindeki güveni kaybettiğinden dolayı geriye biraz etle biraz kemikten oluşan insan evlatları kalıyor.
Yirmi sene önce okudum artık bir değişiklik olsaydı eğitimde sonuçlarını görürdük. Dünyada bizim duyduğumuz öğretmenler marangozlara kendi bildiklerini gösterirler ve marangozda kendi yapmak istediğini yapar ama okulda öğrendikleri bir engel teşkil etmez.
Bizimkilerde ise önce sen benim istediklerimi yap sonra kendi yapmak istediğin hala kafanda kaldıysa yaparsın.

OA: Eski usül türk filmi tadındaki dizilere ne diyorsunuz?

AS: Acı hayat aslında türk filmi modeli değildir, nerede fakir kızla türk gencinin aşkı vardır,  ıhlamurlar altında ve acı hayat tamamiyle amerikan modelidir; babalarınıza, dedelerinize sorun onlar bu gibi filmlerin Türk filmi olmadıklarını bilirler , amerikan modelini Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Türk halkı üzerine  monte etmişlerdir. Sizde artık biraz Amerikanlaşın dolar 1.5ytl olacak size küçük Amerika dedik ve bir başbakan verdik ne yaparsanız yapın bizim tam yarımız olacaksınız.
Bizim film dediğimiz Amerikalıların reklam filmleridir bizde 1.5 saattir sadece biraz uzundur, ne yaparsanız yapın bizim yarımız olup bize karşı gelemeyeceksiniz mesajını içerir bu filmler. Bu film modeli her topluma uygulanabilir, her toplumda başarıya ulaşmıştır. İki tampon birbirine çarpıp çizilse iki tarafta birbirine ana-avrat girerler ama müslümandırlar da aynı zamanda. Kapitalist olurlar birbirlerini ezerler. Amerikan modelidir bunlara türk modeli demek doğru olmaz.

OA: Sizce piyasada orta metrajlı filmler nasıl karşılanıyor , bir sinema filmi nasıl olmalı?

AS: Hiç bilmiyorum seyreden varmı o filmleri halbuki o çocuklar ne çileler çekiyorlar ki bunu bir biz biliyoruz birde sinemayla uğraşan adamlar biliyor seyirci kısmını bilmiyorum.
Bir hikayeyi roman yapamazsan, onu müziğe dönüştüremezsen, heykel yapamazsan ,resme dönüştüremezsen geriye bir tek yol kalıyor oturup film yapmak. Ama filmi tek başına yapamazsın diğerlerini tek başına yapabilirsin kendi başına müzisyen,heykeltıraş, ressam olursun ama sinemacı olamazsın. İlla kameraman,ışıkçı, setçi, oyuncu lazım komplike bir iş. Türkiyede çok güzel bir senaryo buldum diye işe başlanıyor sonra para ön sıraya çıkıyor.

Filmi ya da sanatı insanın öncelikle kendisi için yapmasıdır ve de insan sanatı kendisi için yapar. Bir adam kendisi için patron kendisi için işçi olmak ister fakat insan kendini ifade etmek için yapmak ister bu meslekleri. Ama yok kendi yaptığını  götürüyorsun plakçılara ya da prodüktörlere--- bunlar olmaz ,neden olmaz para etmez ---ama arkadaşım bu melodiler bu fikirler bana nerden geldi?---. Düşünsene tanrının 5. senfoniyi hediye etmesi için Bethoovenın yardımına ihtiyacı var önce tanrı Bethoovenı yaratıyor sonra bu melodileri ona gönderiyor--- sen diyorsun ki---valla  bethooven kusura bakma bu senfoni para etmez cd yapamayız--- yani ben şikayetçiyim bu sistemden.

Para güzel bir şey , ona tapanları gerçekten süründürür o yüzden seviyorum parayı
Bir gün parayı karşıma aldım bir kadın misali onunla konuşmaya başladım dedim ki paraya ---para bizim bu ilişkimiz ne olacak ben senin peşinden koştukça sen benden uzaklaşıyorsun dedim, para yüzüme baktı ve dedi ki eğer sen benim senden istediklerimi yapmazsan kendi istediklerini yaparsan ben senden kaçmam yani kaçan kovalanır dedi bana bende onun dediğini dinledim kendi istediğim işlerde çalıştım bir süre sonra para benim aklımı çelmek için cilve yapmaya başladı iki üç misli fiyatlar verdiler ve para bana dedi ki her insanın bir fiyatı vardır. Ve bende bir süre sonra güzel para kazanmaya başladım.

OA:Önümüzde ki günler için neler yapmayı planlıyorsunuz?

AS:Martıların efendisi adında bir film çekmeye hazırlanıyorum gelecek sene ekranlarda olacak bu film devrimci bir adamın martılarla konuşmasını ve beraberinde gelişen trajikomik olaylar zincirini konu alıyor film şu an proje aşamasında.


FEAR




“Fear” means “the bad feeling that you have when you are in danger, when something bad might happen, or when a particular thing frightens you” in the Oxford Word Power Dictionary, so; everybody thinks bad and negative things because of the known meaning of “fear” word. In fact there are also positive consequences and effects of fearing as success in more argument-based processing of fear-relevant persuasive information, that are the results of ldquofear-arousingrdquo health threat communications. We can avoid the destructive of fear by motivating ourselves in a logical way.

A significant positive effect of fearing is about the use of fear arousal in health. According to A.C. Ruiter Robert (Journal of behavior medicine), it may be an efficient tool in health education practice. A.C. Ruiter Robert studied this subject in his book “Evoked fear and effects of appeals on attitudes to performing breast self-examination: an information-processing perspective.” It was hypothesized that “fear arousal motivates respondents to more argument-based processing of fear-relevant persuasive information. Respondents first read information about breast cancer in which fear was manipulated. After measuring fear arousal, respondents read a persuasive message about performing BSE (breast self-examination). Analyses with reported fear, but not manipulated fear, found support for the hypothesis. Respondents who reported mild fear of breast cancer based their attitude toward BSE more on the arguments provided than respondents who reported low fear of breast cancer. “ (Robert, A.C. Ruiter, Health Education Research, Vol. 16, No. 3, 307-319, June 2001)

In this study we see an exact effect of fear. Breast self-examination (BSE) is a test that has to be made by every woman in every month. It includes “looking” and “feeling” stages. Looking stage includes looking at breast from mirror and controlling if any unordinary shape occurs. Feeling stage includes touching the breasts and examining them if any strange mass occurs in them. In the study of A.C. Robert, participants who are affected by a fear arousal accept performing breast self examination easier than the participants who does not affected high fear arousal. This shows the effect of fear in persuading people.
 
Another study about this concept is made by Stephen Sutton and Robert Hallett in Journal of Behavioral Medicine. It reports an “experimental study investigating the role of cognitive factors and fear in mediating the effects of fear-arousing health threat communications. In this study Seventy-seven cigarette smokers were shown either a videotape about smoking or a control videotape on a different health topic before completing a questionnaire assessing their intentions to try to quit, the level of fear aroused, and three cognitive factors: (a) probability difference (perceived reduction in risk of health damage that follows from successful cessation), (b) utility of health damage, and (c) confidence. The smoking videotape influenced probability difference, utility, intentions, and follow-up reports of attempts at cessation. As predicted, both probability difference and utility influenced intention, which in turn influenced behavior. Neither confidence nor the amount of fear aroused by the videotape had significant effects on intention.” (Sutton, Stephen. Hallet, Robert. “Journal of Behavioural Medicine”. Springer Nederlands. December 21, 2004.)

As we see in this study, fear plays an important role in people’s behaviors. Sometimes it affects people in a positive way as this example. In this example feel of fearing keeps people away from smoking habit and persuades them that smoking is harmful for health. In the study, a videotape about the bad effects of smoking is shown to the people and as a result of this, participants of the study affects from the video. The sense of fearing is the main reason that affects these people in this study.

After these examples, we can understand that we can also avoid the destructive effects of fear. For example we can avoid the fear of being unsuccessful in the exams by using similar persuasion methods that Ruiter Robert, Stephen Sutton and Robert Hallett. We can do this simply by observing the students who fails in the same exam before and talking to them. This will provide a fear arousal and motivate us to work harder. Another example of this kind of application can be made for health. There is a website named www.realage.com.tr . In this site you answer a questionnaire about your daily habits and lifestyle than it shows the real biological age of you. By this way, if your age is counted higher than the real, it motivates you to live healthier by the effect of fear arousal.

To sum up, we can clearly say that, fear can have positive consequences and we can avoid the destructive effects of fear, like seeing the bad results when we don’t do the requirements for a concept like health or education. The fear arousal is the main factor that motivates and keeps us doing a wrong thing. As we see, fearing sometimes can be helpful for our lives.



Works cited:
·                    Sutton, Stephen. Hallet, Robert. “Journal of Behavioural Medicine”. Springer Nederlands.
·                    Robert, A.C. Ruiter, Health Education Research, Vol. 16, No. 3, 307-319, June 2001.

HUMANITY AND WARS




In history, humanity faced many civilization wars, including World War I and World War II, that are caused by the conflicts among different cultures and civilizations in terms of religion, language and race.  According to the conduct of the humanity, we can face new World Wars because of industrial competition, development of technology in the context of war weapons and competition for gaining energy resources in all around the world.

First of all, industrial Revolution caused two world wars and it enforces competition between civilizations and may cause new wars. The main reason of World War I was the conflict between European Countries was the result of economic developments and need to find new economic resources. Industrial Competition also affected the shape of economic systems and the lifestyles of people through violation and alienation. The “Alienation” theory of Karl Marx says : “After the industrial revolution,  by being the main approaches of capitalism, division of labor and scientific management has alienated the worker people from each other and them selves.” 

Second reason of recent wars was about technology. Technology, in general aims the well-being of the society, has caused damages for human being by war technology and war weapons. In World War II USA used the nuclear weapon and millions of people died in seconds. Einstein says : “I know not with what weapons World War III will be fought, but World War IV will be fought with sticks and stones.”
By the effect of technological weapons used in world wars, new types of people and animals that faced genetic changes, emerged.There are existances like Newtypes even among animals. That is shown in the form of a white dolphin which showed Newtype abilities. Former Federation members didn't seem to have any knowledge of that fact, even though many civilians had already noticed the special animal, indicating that such Newtypes might be original developments of the After War Earth.

The share problem of natural energy sources is another important factor that causes war. Natural energy resources decreases day by day and this creates a new era between developed countries as a “war for energy”. One of the main reasons of World War I was the conflict between European Countries about gaining the critical resource fields in Europe and Middle East. We see a new conduct as “if it has an importance about natural resources, warn the weak, if it rebels ,occupy it”. The unique reason of Iraq war of USA is gaining the control of Iraq’s petrol resources.

As a result, the concepts we explained about proves that, we can face new World Wars because of industrial competition, development of technology in the context of war weapons and competition for gaining energy resources in all around the world. Humanity has to understand the real important things for the future o itself.

  


BOĞAZ’IN İNCİSİ : ÇENGELKÖY




Saat sabah 10.30’u civarıydı “Boğaz’ın İncisi” Çengelköy’e varmak üzereyken. Vapur iskeleye yaklaşmadan ilk dikkatimi çeken, semtin yeşillik oranıydı. Beylerbeyi ile Vaniköy arasındaki koyun ardındaki yamaca kurulu bu semt gerçekten de  “Boğaz’ın İncisi” ismine yakışır derecede yeşil ve güzel görünüyordu.

İskeleye yaklaşırken semtin yeşilliği ve temizliğini kıyısı ve denizi için söyleyemedim.  Koyunun dar olmasından ve oradaki suyun durgun olmasından olsa gerek, suyu pis gibi göründü bana Çengelköy sahilinin. İskeleye varıp karaya ayak bastığımda yüzümü yeniden boğaza döndüm ve şunu gördüm ; evet kıyı suyu çok temiz değildi ama kıyısından boğaz manzarası süperdi. Birinci boğaz köprüsü ve arkasında “Eski İstanbul” diye tabir edilen tarihi yarım ada tamamıyla görülebiliyordu. İstanbul’un genelinde rastlayamadığım temiz havayı içime çektim ve karnımın acıktığını fark ettim. Hemen bir restoran aradı gözlerim. Kendimi iki katlı, arka tarafı denizi gören bir bahçeye çıkan, güzel bir mekana attım. Fiyatlar ne çok ucuz, ne de gereksiz pahalı idi. Güzel bir kahvaltı yaptım. Sonralardan öğrendim; o yemek yediğim yer meşhur “Süper Baba” dizisinde kullanılan Fiko’ nun en iyi arkadaşının kahvehanesiymiş. O dizinin Çengelköy’de çekildiğini de biliyordum zaten. “İyi denk gelmiş!” diye düşündüm.

Gitmeden önce, internet üzerinden ufak bir araştırma yapmıştım Çengelköy hakkında. Rivayete göre Bizans zamanında “Sophianea” diye bir kraliçe için yaptırılmış burası. 17 YY’ da Üsküdar’dan sonra İstanbul’un en büyük kasabasıymış. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sinde bu yüzyılda Çengelköy’ de muhteşem bir saray ve hasbahçenin yanında mescit,  padişahın savaşta kullandığı köpeklerin yetiştirildiği samsonhane isimli yer olduğu söyleniyor. Nüfusun çoğunluğu Rumlardan oluşuyormuş o zamanlar. Zengin Rum aileleri kıyı boyunca yalılara yerleşmişler. Buranın adının “Çengelköy” olmasının nedeni ise, Osmanlı döneminde gemi çapaların burada yapılıyor olması imiş.

Gittiğim zaman mı tersti yada ben mi rastlamadım bilinmez meşhur “Çengelköy Hıyarı”ndan yiyemedim. Daha doğrusu aklıma gelmedi arayıp sormak. Çünkü semt gerçekten güzel bir semtti ve insanın hıyar falan düşünecek hali yoktu. Bu arada kirazı ve ayvası da meşhurmuş Çengelköy’ün.

Sahil boyu biraz yürüdükten sonra, boğazdan bütün ihtişamıyla görünen “Kuleli Askeri Lisesi” dikkatimi çekti. Yakından daha bir ihtişamlı görünüyordu doğrusu. Kim bilir ne paşalar yetişmişti burada da ülke tarihini değiştirmişti. 60lar 70ler 80ler…Gülümsedim. Devam ettim yola. Bir yandan sahildeki yalılara bakıyordum. Genelde “Sadullah Paşa Yalısı, Abdullah Paşa Yalısı” gibi isimleri vardı. “Paşalar semti” diye geçirdim içimden.

Sahil tarafındaki yeşil ve mütevazı yapılaşma, üst taraflara doğru yavaş yavaş betonlaşmaya dönüşmüş Çengelköy’de. Bu durum dikkatimi çekti ve üzüldüm. En azından böyle birkaç semt korunsun İstanbul’da. Her taraf griye dönünceye kadar devam ettirmeyi düşünenler var herhalde bu işi. Ama çok yanlış yapıyorlar. Bu şehre yazık oluyor. Ama Çengelköy insanı bilinçli bir halka benziyor. Ortaköy’ deki “trendy” gece kulüplerinden geç saatlerde gelen sesi engelletmek için az direnmemişlerdi. Nitekim malum mekanların sahipleri deniz tarafına ses engelleyici şeffaf setler çektirmek zorunda kalmışlardı. Bu betonlaşmayı durdurmak için de direnecektir Çengelköy halkı.

Zaman çok çabuk geçmiş, hava kararmaya yüz tutmuştu. Daha yarısını gezebilmiştim bu güzel yerin. Ama dönmem gerekiyordu artık. İstanbul’un bu nadir yeşillikli ve temiz havalı semtinin  hep böyle kendine has mütevazı haliyle kalmasını umarak bindim dönüş vapuruna. İçim huzurlu ve mutluydu. Çengelköy’ü sevmiştim.

HUMAN RİGHTS


Is there a place in the world where has a completely clean record on human rights?
“Human rights refer to the concept of human beings as having universal rights, or status regardless of legal jurisdiction or other localizing factors such as ethnicity, nationality and sex”. As we see, human rights represent a fair equation among people and it is a universal fact, but human rights have been violating in some particular countries all over the world where there are individuals who are suffering violations of their rights because of developed countries’ profits, sex discrimination, and old traditions.

 First of all developed countries’ profits is an important cause for violation of human rights. Developed countries exploit the 3rd world nations and rape their rights. “Colonizers generally dominate the resources, labor, and markets of the colonial territory and may also impose socio-cultural, religious and linguistic structures on the conquered population ”The best example of this theory is Africa. “In the late nineteenth century, the European imperial powers staged a major “Scramble for Africa” and occupied most of the continent, creating many colonial nation states.” European countries gain many effective resources by the help of this colonialism. Today’s developed European countries are based on these establishments.  “Since colonialism African states have frequently been hampered by instability, corruption, violence authoritarianism” These politics of developed countries that ignores human rights for their benefits, make African societies near to be terminated. In today’s world millions of people dies because of starvation in Africa, every year. “Due largely to the effects of colonialism, Africa is the world's poorest inhabited continent. According to the United Nations' Human Development Report in 2003, the bottom 25 ranked nations (151st to 175th) were all African nations.” It is difficult to say people in africa have human rights because they don’t have the right to exist.

Secondly sex discrimination is squeeze out the violation of human rights. “Sex discrimination means being treated unfairly because of your sex” Mutilation of women is stil applied in Africa that is a place in which human rights are ignored.  “The use of the word “mutilation” reinforces the idea that this practice is a violation of the human rights of girls and women, and thereby helps promote national and international advocacy towards its abandonment.” It has done for personal rather than cultural reasons. “Most human rights organizations in the West, Africa, and Asia consider female genital cutting rituals a violation of human rights. Among these groups and governments, they are regarded as unacceptable and illegal forms of body modification and mutilation of those believed to be too young or otherwise unable to give informed consent.” “Female genital cutting is today mainly practiced in African countries. It is common in a band that stretches from Senegal in West Africa to Somalia on the East coast, as well as from Egypt in the north to Tanzania in the south. In these regions, it is estimated that more than 95% of all women have undergone this procedure.”African feminists thought that they can change this situation and they used Hillar Clinton as a propogand channel.   For example, Hillary Clinton, then first lady, stated in 1995 at the Fourth World Conference on Women in Beijing, China that “it is a violation of human rights when young girls are brutalized by the painful and degrading practice of genital mutilation”, but this application is still going on and human right is still ignored in Africa, today.
Another important factor is old traditions. Especially in Middle East countries, people disregard human rights and kill each other because of religion’s or nation’s out of date customs. Unfortunately, recent examples of these are seen in our country. In one month three custom murdering was done because of traditional rules in East Anatolian Culture about marriage, virginity and women’s situation in the society. This is a disgraced example for our culture.

In conclusion, human rights have been violating in some particular countries all over the world where there are individuals who are suffering violations of their rights because of developed countries’ profits, sex discrimination, and old traditions. Humanity has to learn much more things to live together in a peaceful world that everybody has the equal rights in society.

The Yellow Wallpaper", written by Charlotte Perkins Gillman





The Yellow Wallpaper", written by Charlotte Perkins Gillman ,is considered by many as the best written book of fiction. The story related to Gilman's life so much that it became one of the greatest feminist literature ever written. The setting of the story contributes a lot to what the writer wants to say but while reading the book, we, the readers, can only guess the setting by the geographic and physical descriptions given in the text.

The geographic setting of "The Yellow Wallpaper" has an ironic effect because what the main character does is completely the opposite to what she can do in a location as described . In the text it says, "Out of another (window) I get a lovely view of the bay and a little private wharf belonging to the estate. (164). In this line, we can conclude that the setting is along the Atlantic Ocean. It also says that the house is "A colonial mansion, a hereditary estate"(161). In here, we can say that the story took place in the south of the United States where mansions were common at that time. We can also believe that the weather is lovely and that outdoor activities are popular. Ironically, the main character doesn't do anything but stay in a room and does what she was told to -- not to do anything.

There is also an irony between the physical setting and what the main character does. Since the text mentions the four of July, we know that the story happened during the summer. At this time of year, it is very hot in the south. The room where the main character stayed and rested must have been very hot, too. It is also mentioned that the mansion was three miles from the village so it would have been easy for the main character to walk, go to town or do some other activities. But, she doesn't do any of these. Instead, she stays in a room the whole time and does nothing. "It was nursery first then playroom and gymnasium, I should judge, for the windows are barred for little children and there are rings and things in the walls". (168) This line shows that the main character cannot play or do anything in this room. The view she sees from the windows are places where she can never go. The bars on the windows represents prison. And, the wallpaper has a dull color. It makes the room look empty and depressing.

In short, I think the setting of "The Yellow Wallpaper" tells us the writer's dreams, hopes, disappointments, frustrations and pressures she had experienced in life. It also shows clearly how she is struggling with her relationships with others.It is a story worth reading

Changing in Women’ Statue


                             


 Analyzing the position of the women in Turkish history, an awful situation has been seen until the foundation of Turkish Republic. The main reason of awful condition was the place of women in Islamic traditions. According to these traditional rules, women were in the second phase of the society after men. There are some differences about women’ social and political statue since the establishment of Turkish Republic

By the foundation of Turkish republic, many critical changes are appeared about the place of women in society. In 1923, Turkish women engaged in politics at the same year, Turkish women want to have the first women party “Kadınlar Halk Fırkası” with presidential of “Nezihe Muhittin”. However; they could not get consent for establishing of the party because of the rule established in 1909 that was about the right of election which repudiates the women’ rights to vote, enterprising of establishment of the party was ended. This attempt was changed by a corporation.

At the years ahead, Tevhid-i Tedrisat law was announced with the proclamation of girls began to have the same right with boys in education on 3 March 1924. Men’ polygamy and the divorce law both were abolished and  were given right of divorce to women, right for guardianship were all accepted with the proclamation of Turkish Civil Law on 17 January 1926.

 By the year 1930 is a significant history for Turkish women because Turkish women had the right to choose and to be chosen in elections. In 1930, women gained the right to participate in municipal statues. With the national elections, Turkish women entered parliament in 1934; one year later ending of Grand National Assembly of Turkey’s fifth period, seventeen woman deputies entered the Parliament. At 1936 with proclamation of business Law were rearranged for business and working conditions of women. One year later, women’s work under dangerous and difficult conditions were forbidden with contract of ILO.

After the death of M. K. Atatürk, there have not been effective developments about women rights in Turkey. This situation continued until 1990s. History of the Republic of Turkey a woman took place in parliament as a president for the first time. Turkey’ first woman president Tansu Çiler established the government on 25 June 1993. Although half of the population was women, there was not nearly any influence of them in the parliament. Women deputies were half of the amount of men deputies. Furthermore, social assistant services began to establish such as Mor Çatı Foundation established at 1995 for giving assistance to helpless women who want to escape violence and suffering from many reasons. In the same year, Government Statistic Institute of Turkey estimated that there were 36 million women and 37 million men. For this year life expectation from birth was 71.3 for women. By the year 2030, it will increase till 76 and women’ quantity will pass men’s quantity. There will be fourty six million eight thousand and fifty-four women and forty six million eight thousand and forty-one men.

With the proclamation of Turkish Civil Law at 1997, women’s right for having her own surname with her husband’s surname within the marriage is accepted. The law which includes eight years for compulsory education was constituted at 1997. For families’ right and protecting them from violence ‘Law about protecting family’ was accepted at 1998.

 To sum up, although there are still some restrictions for women in the society, we see developments about regulating women rights in Turkish Republic’s political history. We will also see many changes and developments in this concept, in future.

THE STUDY OF CIVILIZATION INVOLVES ALL THE SOCIAL SCIENCES




       The definition of civilization requires a study of different social science such as

history, geography and so on; The existence of any kind of civilization is related to

geographical situation.

CIVILIZATIONS AS GEOGRAPHICAL AREAS

        Geography comprises any aspects such as vegetation, climate, animal species or

others. Throughout history, humans chose their own way of live by the effects of

geographical conditions; they planted things according to the climate or the quality of

land or they chose their shelters, for example, eskimos live in igloss due to geographical

conditions. These type of conditions have an effect even on people’s appearence such as

African’s, who have hard and dark skin compared to the ones living in North countries.

        According to historians, there could never have been an Egyptian society if the

ancient Egyptians had settled around the Nil, which created very important geographical

advantages... Apart from these, some adverse geographical conditions led people to have

migrations to other places, thus communicating with strangers. Humans achieved great

things in order to struggle against the harsh difficult geographical conditions such as

irrigation canals. It can be said that the more man forced himself through the difficulties,

the better the civilization got.

        Throughout the world, every land piece of civilizations has its own features; for

example, growing rice in the Far East is demanding or cotton in the South East of Turkey

is the same. In this hardship of the conditions, humans can be dominiant in the end or

vice versa; as a results, they have to set up their traditions, life  style or even beliefs

according to natural consequences..

        As there are borders between countries, there are zones among cultures even if they

share the same called land; in Europe for example, there are different cultures just as in

Americas, there are. Although there are cultural zones, there is a constant flow of culture

among each other, which can be called cultural imports; many technological advances,

though they originated in a country, are used worldwide now.

        In fact, cultural import has existed throughout history but due to few opportunities in 

technology such as the way of transport or communication, the pace was very slow in  the

past. Today, however, this inter-communication occurs so fast that a new released film

can be watched throughout the world at the same time, but a cultural ‘pollution’ can be

observed across the world as well.

        The American anthropologist Margaret Mead observed a society on Pasific Island in

the Periods both before and after the war and realized the same society had totally

changed or even transformed into a new one, which is the results of having a contact with

the outside world.


HÜZÜNBAZ YANSIMALAR


             


Sürekli kurguladığın günlerin ardından uzun uzun susmalar
Sanki sana sorulanlar varmışta kendilerini ele vermemek adına saklambaç oyununa dalmışlar
Sen artık eski sen değil ve ben de eski ben…
Bir şeyler dur demiş biz de durmuşuz bilmeden
Yalancı adını vermişiz olup biten her şeye
Sonra alışkanlıktan mıdır yoksa yalnız değiliz liği vurgulamak arzusundan mıdır, nedendir bilinmez yine bir araya gelmişiz
Her şey bitmemiş demek ki sadece biz bitti demişiz
Ama baksana hüzünbaz yansımalar var ortalıkta
Sen de bir durgunluk bende de bir çabalama askıda
 Dur desin diye bekliyoruz birilerini
Sen suçlu sen mutsuz ben de buna ortaklık eden eski sevgili
Hüzünbazız işte diğer hüzünbazlar gibi…


Duygu YÜKSEL'e Teşekkürler


James Joyce, William Faulkner and Ernest Hemingway




Mimetic: The imitation or represetation of aspects of the sensible world, especially human actions, in literature and arts.

In the arts, mimetic is considered to represent the human emotions in view ways , and so representing to the on looker, listner or reader the in herent nature of the emotions and the psychological truth of the work of art. By “mimesis” we can also understand the act of perceiving the emotions of the characters on the stage or in the book; or the truthof the figure as they appear in sculptures or in paintings; or the emotions as they are being configurated in music. All these can be recognised by the onlooker as part of the human condition.
If we think first of “Araby” we can easely discover that this is a poetic name for Arabia. Both Joyce’s stories “Araby and Clay” take place in Dublin, and as for the descriptions the narrator uses realistic ones. Joyce deals in both stories with feelings like love, far and frustration.
I Araby the narrator thinks that love can be expressed only through gifts, so when he realises that he isn’t capable of offering , one to the person he loves, he loses his hope-frustration. He even interprets his late arrival at the bazaar as an ending of his lovestory. All these feelings that we mentioned before are universal and every woman has experienced them once in her/his lifetime. The narrator not only uses realistic descriptions but the characters are also copied from the reality: simple human beings (Maria, Mangan’s sister…) who have the same women as real people (eg: the girl can’t g oto the bazaar because she has other things o attend to; his boring life as a student, the late arrival of his uncle ,buying the right plumcake, forgeting one of the pockets in the tram…)
In Clay” this time we have a name for our main character- Maria-a real girl with real name.(very small person, very long nose and very long chin, talks a litte girl through her nose)
She is also capable of expressing feelings like: love,anger,fury,happiness or sadness as a real person. (eg: when she touches the clay during the game that she plays with the children) She isn’t married and probably will never get married-If we believe in the meaning of the clay (early death).
Regarding Faulkner- both his stories have an introduction point. They show us where and when the action is taking place. Specifying from the beginning the time and place gives us the idea that those might be true stories or that the facts are about a real event.
The first and the second story are based on dualtiy. In the first one (that evening sun)- at the beginning of the story the writer shows us two different aspects of the same city- one now , in the present, and another one, fifteen years ago. The dualism is also represented by the twodifferent narrators ( in the same body but also dualism- but this time about people’s behaviour). See Emily has the representant of the high aristocracy, but in the same time she hides som edep secrets- necrophilia.
In this fiction Faulkner uses a lots of comparaisons and extended descriptions- like whe he describes the tourn of Jefferson- the one that he sees today and the one he knew fifteen years ago; or when he describes Emily’s house. Also the writer ususally jumps from a general plan to a particular one. For example, “that evening sun” in the first pharagraph he uses the general plan and in the second one he chooses the particular one. We have no more Negro-women, we have now a name – Nancy and all the action is focusing on her nour. To depict the reality evening beter way the narrator uses for Nancy a broken English, and not only for her but also for Dilsey and Jesus too.

“I anin’t studing no breakfast”
The same thing happens in “A rose for Emily” with the plans first general and then particular. But here all the characters use proper English. The only negro presentend here is more like an anonymous one: no name, no lines for him…
Both stories use juxtapositio. By juxtaposing the first thwo pharagraph in. That evening sun, Faulkner makes the difference between the past and the present and he shows us hour might affect the people. See also the difference between black people and white ones. For him the Negroes are at the bottom of the scale. They are anonymous “A rose for Emily” but sympathetically described”That evening sun”. Although they are shown from a Southern point of view, Faulkner is aware that Negroes are humn beings like himself, but ones who have suffered much more because of the color of their skin.
Nancy complains about her status : “I ain’t nothing but a niggers but it ain’t none of my fault”. She is also really scared “Can it do nobody nothing with him?” She is so scared that sometimes she looks paranoiac. The way the narrator depicts her shows how good he can be at depicting the cruel reality. At the end se acts like she is accepting finaly her condition and she is ready to meet her cruel destiny. Maybe her death brouught by Jesus. If we talk about fear simple one or that one close to paranoia- we can see that the dual points of we are showed by contrasting Nancy’s fear (of death) and the children’s fear(scary cat). Nancy is terrified by premonitions of her approaching death while the children are scared by darkness.
If we talk about contrasts in “A rose for Emily” we can find plenty of them. For example- see the contrast between the aristocrat woman and her unspeakable secrets- who form the asis of this story.
In “A rose for Emily” the unnamed narrator, which some critics have identified as ”the torn” or at least a representative from it relates key moment in Emily’s life including the death of her father and a brief love story with a yankee road paver named Homer Brown. Beyond the literal evel of Emily’s Narrative, the story is sometimes regarded as a symbol of the changes in the South during the representative period.
As for the vocabulary both stories use long sentences, a lot of adjectivs and adverbs. Most of the verbs are used in past tense. In that evening sun, if we look at the characters we can describe the like this :father- calm and detached, just like Dilsey, mother-whining and neurotic, Quentin-calm and raional, Caddy-inquisitive and daring and Jason-unpleasant and obnoxious.
The structure of the sentence is sometimes long, sometimes short but the narrator uses this show the psychological complexity of his characters.
Unlike Joyce or Faulkner, Ernest Hemingway’s fiction is totally different. The two stories here are full of symbolism and hidden significations. In the “Cat in the rain” the narrator depicts the desire for material goods of people as they can’t acquire intangible goods(like fun or affection)
The stories are simple ,with no complicated intrigue. Both stories contain dialogues that look so real. The American wife expresses feelings that any ordinary woman will do. Jig. Expresses fear against an operation –like any other human being. All this characters act so real that the dialogues between them look like normal and right at that time.
Hemingway makes us to hear and feel his characters, and he does it not only by directing our responses or summarizing those of his characters, but by putting the terrain, the objects, the equipment, the water (the rain) ,the places, the people before us in a since of cleanly defined , carefully  separated, perceptions and notations.
The narrator usually places opposite pictures side by side to keep the reader simultaneously interested in two things at once(contrast).
“The girl stood up and walked to the end of the station. Across; on the otherside, where fields of grain and trees…”

All the information are presented indirectly. We have to find clues that reveal about feelings, thoughts and actions of characters. Throughout the story the man seems as if he left the decision whether or not the girl should have the operation. But if use read between the lines, use understands that the man doesn’t want the baby at all. The story is full of outward formalities for free choice. “I think is the best thing to do… if you don’t realy want to”.
The small informaion supplied by the author help us draw a reasonable conclusion about what characters feel or think.
At the beginning of the story, just like Joyce’s or Faulkner’s stories wehave dscriptions-where the author sets the scene and gives the reader a sense of time and place. The writer helps his characters to come alive not only by describing the way they act but by letting us hear them speak-unlike Joyce or Faulkner. Hemingway uses the dialogue a lot, so in this way the onlooker feels that he is actally witnessing what’s going on. If Hemingway is a writer who dispenses with symbolism, then Faulkner is his opposite. Where Hemingway uses the short, paratactic structure, Faulkner’s sentences may run on for a page, challenging the reader to find her way through the hypotactic hate. Where Hemingway remains on the outside, giving us only eight of the story, Faulkner shifts perspectives, moving in and out of the consciousness of various characters and representing their process.

Franz Kafka, Julio Cortazar and Jorge Luis Borges

Franz Kafka’s litrary style is so distinctive that an adjective  has been coined from his name to describe similarly style. That objective is “Kafkaesque”.
Kafka write very strange, horrifying stories his most famous novels involves the transformation of a man into a giant insect. His works are not only fantatic and symbolic , but they are often very philosophical and thought provoking. Many of his stories are allegorical or metaphorical, focusing on the nature of spiritually and the absorbing of life. Not only that, but his work is often intensely cerebral, delving deep into the minds of his characters and examining their psychology and his motivations for their actions.
Gaps and implicitness: The opposition gaps-facts is only a crude representation of the structuring of fictional words that is due to the present/absenceof texture. Both the construction texture and the constructed fictional facts our homogeneous , but finely differentiated.
The texture of Franz Kafka­- A hunger artist mentions that the artist was taken by his impresario to many cities and countries in Europe, but it is totaly silent about any specific place especially about the place of his final feat. The local of the protagonist’s death is an irrecoverable gap in the fictioanl world.
Kafka’s gapping of local of settling becames quite apparent if constructed with James Joyce-Dubliners.
The Fictioanl text is complex of explicit and implicit texture; consequently, fictional facts are constructed ot only explicitly but also implicitly.
For the semantic of fictioanl narrative, inferences regarding aspects and constituents of acting are of special significance. We know that an action has to be performed by an agent with a specific intention , motivation, authority, are so forth. If the agent is let unexpressed in an action description, for example by the device of passive construction, we infer his/her existence. Two sentences from the beginnig of the trial- provide an instructive example : “you are arrested…proceedings have been nour instituted against you”. Knowing that arrests are made on somebody’s orders, the reader infers that an anonymous person or institution is behind Joseph K’s  arrest.
There is no substance to the Hunger artist. He rises from an absence, a formely blank page, which reveals itself as a trop efor the ground of the world in which he Hungers, a literary world. All that we read here is a construction , a fiction about an event that never happened anf a figure who never existed. The book becomes real for us, that is unless we should foolish try to eat it, ant then we would face the reality and it would be bitter and pasty and in any case it would not satisfy our hunger.
With the figure of an hunger artist the starving the artist comes to mind , but why do artists starve? The hunger artist confess that he had never found anything good to eat. Not a very useful answer.
Despite the extreme odds against succes , the artist would rather starve than do sth other than art.
The hunger artist rebels only against the representation of his hungering, notaby in the photographs but even in the suggestion that his hungering could be a cause for sth other than itself. He rattles the bars of his coge like an animal when someone suggests that his sadness really appears to come from hungering. At such times, hunger artist springs up like threarened animal. The hunger artist demands truth but is countured only by get a stronger “appearance” against which he is defebseless: thephotograph, and also , we should not forget , the appearance of the story itself.
The hunger artist is crisis. He is terrifying because he shows us the horror of our existence. He reminds us of the reason for aesthetics: distence from the crisis that appears in art, in the hunger artist as much as the story about the hunger artist. The adults dry laughed it off, but the children gaped open-mouthed. They had no understanding. There was no undestandin to remember. The hunger artist has always know “ against this nonunderstanding, against this world of nonunderstanding and faced the hopeless of his art, the futility with which he practiced his craft.
He hunger artist terrifies us because he is like us, not a cat but a papertiger. We are forced to confront what we , too , are papertigers. Our lives  human lives, are literary, staging  a rase of reality so convincin that it becomes the supreme fiction. Like a Borgesian story, literature writes its author and its readers.
A literar text, like Kafka’s “ A hunger artist” does nothing other than offer a representation of something that we no longer understand, have never understood. To respond to the question of literature can be terrifying enough to keep us from ever proceeding beyond the practicalities of the institution of literature. When we sustain overself with the questions we hunger. Literature demand hunger, and we cannot fast in the precence of literature any more than use can fast on it.
In the literary scholar is not much different from he artist. In the figure of Kafka’s hunger artist we could and see ourselves, and not all piteously. The hunger artist does not pity himself. In fact, he is most content when he is finally allowed to fast without end, and that only becomes possible when no one is no longer interested in his art.
I suggest that we see the image of the hunger artist is not imetic reflection of our subjective selves, but rather an indication of who are and what we do as scholars in a field like no other.
The hunger artist is a figure for the writer , for literature itself, and for the reader because hungering, even more than fasting, manifests presence.
Kafka’s story is an allegory of our entire culture. The author obviously sees his own art as representative of the negative , Gnostic, and egoistical tendencies present in our world.
There is nouns more literal readings. There are reasons to believe that Kafka himself had anorexic tendencies.
In conclusion of Kafka’s story, the crowds lose interest in the “Hunger Künstler” who is finally swept out of his cage and replaced not by someone in the sam eline of work but by a muscular and manacling panther. This ending is often regarded, rather convincingly in my view as prophetic.

In the arts, mimesis is considered to be – perceiving the human emotions in new ways and so-presenting to the onlooker, listener or reader the inherent nature of the emotions and the psychological truth of the work of art. Mimesis is the thought of as means of perceiving the emotions of the characters on stage or in the book; as the truth of the figures as they appear in sculpture in pointing; or the emotions as they are being configured in music and of their being recognized by the onlooker as far of the human condition.