BİRİNCİ GÜN - BİLİNMEYEN KARANLIK
Şiddetli
ve akıl almaz bir sarsıntı ve derimin üzerindeki karıncalanmayla beraber,
bedenimde bir uyuşma hissederek uyandım. Dayanılmaz bir acı, tüm bedenime büyük
bir hızla yayılmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadığım bir hareketsizlik oturdu
omuzlarıma.Damarlarımda dolaşan kanı hissedebiliyordum, artık dolaşmaktan
vazgeçmiş gibi durulmaya başlamıştı. Önce başımı hareket ettirmeye çalıştım,
ama nafile,hiçbir faydası yoktu,daha sonra ise, vücudumun diğer uzuvlarını
denedim birer birer,ama olmuyordu.Anlayamadığım bir nedenden ötürü felç olmuş
gibi yatıyordum olduğum yerde. Aslında yatıp yatmadığımı da
bilmiyordum.Gözlerim hiçbir şey göremiyordu ve vücudumun tüm sinir uçları sanki
yoklarmış gibi hissizleşmişti.Yapabildiğim sadece içinde bulunduğum durumu
tahmin etmekti. Bir süre karanlığın içine öylece baktım. Etrafta ne bir ses
vardı ne de bir hareket.” Kimim ben? Burada ne işim var?”sorularının
cevaplarını düşünmeye başladım. Adım Recai, bunu hatırlıyordum evet ,adım
Recai. Güzel ve imrenilecek bir hayata sahibim.Bir finans kuruluşunda
çalışıyorum, işimi seviyorum. Bir ailem de var. Eşim Zeynep ve kızım Eylül.
Zeynep’le üniversitede tanıştık. Aynı dersi alıyorduk, dersin adı da
psikolojiydi. Zeynep’in ana dersiydi,benimse seçmeli. İlgili olduğum için
seçmiş değildim psikoloji dersini, zor bir ders değildi ve ortalamamı
yükseltmek için almıştım. Zeynep ile karşılaşmamız dersin ilk günü
olmuştu.İkimiz de derse geç kalmış,sınıfa nasıl girmemiz gerektiğini düşünürken
konuşmaya başlamıştık. Kumral, uzun boylu ve ince yapılıydı ama daha çok hanım hanımcık tavırları ilgimi çekmişti.
Taksimde bir şeyler içme teklifimi geri çevirmedi ama “ders ne olacak?” demeden
de edememişti. Bu sorumluluk sahibi
yapısı beni çok etkilemişti. Böylece başlamış oldu biricik hayat arkadaşımla
olan ilişkim. Okulun ilk günlerinden bu yana süre gelen ilişkimiz, ikimizin de
mezun olmasıyla bitmemiş, nişanlanmamız ve benim askerden dönmemle evliliğe
dönüşmüştü. Evlendikten iki yıl sonra kızımız Eylül doğdu . Mini minnacık
elleriyle parmağımı tutar ağzına götürmeye çalışırdı. Şimdi büyüdü koca kız
oldu, dört yaşına bastı. Bir bilseniz… o kadar şirin o kadar güzel ki! Şaşar
kalırsınız bu güzelliğe. Eylül, her pazar sabahı Zeynep’le beni uyandırmak için
ikimizin arasına atlar, uykumuzu burnumuzdan getirirdi, biraz kızsak ta biricik
yavrumuza kıyamaz, kötü bir söz söyleyemez, bir kötek vuramazdık. Sonra Eylül
ile beraber Zeynep’e şaklabanlıklar yapar, eğlenirdik. En son Eylül karanlıktan
korktuğu için yanımıza gelmeyi , bizimle beraber uyumayı istemişti, kıramadım
yavrucağı “gel” dedim ve o da kıvrıldı aramıza.
Geçmiş gözümün
önüne geldikçe zaten allak bullak olan
düşüncelerim daha da birbirine karışıyordu. “Neredeyim? Neden buradayım?
Diğerlerine ne oldu ? Neden hiç kimsenin sesini duyamıyorum?Neden her yer
karanlık? Ben neden kıpırdayamıyorum?” Bu sorular zihnimi uyuşturuyordu adeta.
Yer, zaman ve boyut kavramımı kaybetmiştim. Sadece düşünebiliyordum kendimce ama
başka bir şey yapmak gelmiyordu elimden. Bir titreme hissetmeye başladım. ”Bu
olağanüstü bir şey! Aman Allahım! Neler oluyor burada? Korkmaya başladım”.
Sessiz soluksuz ama bir o kadar da şiddetli titreşimler bedenimin her noktasına
nüfuz etmeye başladı .Bu sefer acı çekmiyorum ama içimde kötü bir his var,bir
şeyler olacak… Nihayet titreşimler durulmaya başladı. Rahatladım ve
sakinleştim.İçinde bulunduğum durumun ne olduğunu bilemesem de şimdi daha net düşünebiliyorum. Üzerime bir
ağırlık çöktü, sanırım uyuyacağım ama yine de korkuyorum.
İKİNCİ GÜN - RÜYALAR
Hissiz bir şekilde titreyerek uyandığımı fark
ettim,terlemişim. Bir düş gördüm hatırlıya- biliyorum. Düşümde aydınlık bir
sokakta yapayalnız yürüyordum ve her
yer, tüm binalar ve caddeler boştu , hiçbir canlının izi görünmüyordu ufkumda,
önümdeki yolu takip ettim.Bir şey arıyordum ama bulamıyordum nedense, sonra
takip ettiğim yol bir çıkmaz sokağa kıvrıldı ve ben karşımda duran tuğladan
örülü yaklaşık dört metrelik duvara bakakaldım. Arkamı dönemiyordum ve sanki
hep ileri gitmek zorundaymışım gibi hissediyordum kendimi. Birilerini, bir
şeyleri yakalamak için duvara tırmanmam gerektiğini hissettim ve duvara çıkmaya
çalıştım bir miktar tırmandım ama duvar ben tırmandıkça yüksekliğini
arttırıyordu. Geri dönemezdim artık,aşağısı eskisi kadar alçak değildi.
“Tırmanmak zorundayım” dedim kendi kendime ve ellerimi ayaklarımla uyumlu
şekilde, bir zamanlar üniversitede dağcılık eğitiminde gördüğüm gibi hareket
ettirerek tırmandım, tırmandım ve tırmandım. Tam zirveye ulaşacakken duvar
yeniden büyümeye başlıyor ve ben üzerinde ufacık bir nokta misali
kalakalıyordum.Pes edemezdim çünkü boşluktan aşağı düşüp ölmek ya da burada asılı kalmak istemiyordum, tek
çarem tırmanmaktı. Bende bana inat büyüyen bu duvara tırmanmaya devam ettim En
sonunda, zirveye çok yaklaştığım bir anda ,aşağı bakma gafletinde bulundum.
Ellerimin ve ayaklarımın asılı durduğu duvar ufalanmaya, toz gibi dağılmaya
başladı, o an ne yapacağımı bilemedim. Biraz üstümdeki sağlam görünen tuğlaya
sıçramam gerektiğini düşündüm ve olabildiğince yükseğe sıçradım, kendimi tüm
kuvvetimle ayağımın altında ki dağılan tozdan güç alarak yukarı fırlatmayı
başardım ama güç bela yakaladığım duvarı bırakmamak için ellerim
kanayasıya taşı sıkıyordum kendimi
yukarı çekmek o kadar zordu ki! O an hiçbir şey düşünmeden kendimi yukarı
çekebilmiştim. Duvarın üzerine çıkmıştım sonunda ama o kadar yorgundum ki
arkasında ne olduğuna dikkat edemeden bayıldım.
Uzun bir süre uyuduğumu düşünüyorum. Hala hareketsiz
ve hissizim. Bu arada, şunu fark ettim; bulunduğum bu yerde zaman çok çabuk
ilerliyordu.İki uyku arası varolan sürenin çok kısa olduğunu fark ettim. Birkaç
saat uyanık kaldığımı düşünüyorum ya da bedenim bana oyun oynuyor. Bir miktar
daha rüyamın üzerine düşünmeye başladım. Acaba bu düşün bana anlatmak istediği
bir şey olabilir mi? Belki de burada
bulunmamın bir amacı vardır. Cevabını bilmediğim sorular yeniden beynimi
bulandırmaya başladı. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ailem ne yapıyordur acaba?
Benim burada olduğumdan haberleri var mıdır? Yoksa habersizce beni mi
bekliyorlardır? Of !çok kötü!Onları yeniden görmeyi ne çok isterdim tanrım. Bu
dileğim kabul görür mü bilmiyorum ama ben günden güne umutsuzluğa düşüyorum.
Yüz kaslarım haricinde hiçbir yerimi hareket ettiremiyordum. Kendi kendime
konuşmaktan başka yaptığım hiçbir şey yoktu. Acı da çekmiyordum uzun bir
süredir. Acaba gündelik ihtiyaçlarımı karşılamam gerekmiyor mu? Ne bileyim?
Tuvalet ve beslenme ihtiyacım olması gerekmez mi? Uzun süredir bunların
ihtiyacını duymadım.Acaba her şey yolundamı? Bir süre sonra uyku vaktimin
geldiğini anladım. Yine o tarifsiz ve tatlı ağırlık üzerime çöktü ve beni
benden aldı götürdü.
ÜÇÜNCÜ GÜN - KURTULUŞ
Titreme ve uyuşukluk içinde uyandım yine. Bir başka
alemden gelmiş gibi hissettim kendimi. Bir an ne olduğunu anlayamadım ve sonra
fark ettim ki değişen bir şey yok. Her şey olduğu gibi, bir önceki gün gibiydi.
Bir düş daha gördüm uykumda; bu sefer uçsuz bucaksız bir ormanda , sisler
içinde buldum kendimi.Hava kararmıştı. Ay ışığının ağaçlar arasından geçen
parçaları sisli ormanı aydınlatıyordu ve ben tek başıma yürüyordum sislerin
içinden. Elimde ise bir tüfek vardı, içinde tek bir fişeği bulunan. Neden
elimdeydi? Ben o ormanda ne arıyordum? Hiç
bilmiyordum. Öylece, elimde tüfek, sislerin arasında ormandaki patikayı takip
ediyordum. Uzun bir süre yürüdükten sonra karşıma bir kurt çıktı. Beyaza yakın,
grimsi bir rengi vardı.Yakınımda değildi, çok uzağımdaydı ama onun bana bakan
kırmızı gözlerini çok iyi seçebiliyordum o mesafeden. Sanki takip et der gibi
bana bakarak uludu, sırtını dolunaya vermişti, bende onun bulunduğu yere
ulaşmak için kan ter içinde kalasıya kadar koştum. Bir ağaç köküne takıldım ve
yere yüz üstü büyük bir gümbürtüyle düştüm, kendimi toparlayıp kalkayım derken
ellerimin temas ettiği yerin toprak olmadığını ve takıldığım şeyin de bir
ağacın parçası olmadığının dehşetle farkına vardım. Yere düştüğümde ellerime
bulaşan madde hareket ediyordu ve
sanırım bir çeşit böcekti, takıldığım şey ise ayak bileğimi öylesine sıkı kavramıştı
ki kendimi nasıl kurtaracağımı bilemiyordum. Ben korku içinde dalla boğuşurken,
kendisine yetişmeye çalıştığım kurt yanıma gelerek bembeyaz parlayan sivri
dişleriyle ayağımı o daldan kurtardı. Bu arada, kurdun o kıpkırmızı ateş saçan
gözleriyle yeniden karşılaşmıştım. Kendisinden korktuğumu anlayarak geri
çekildi ve koşarak gözden kayboldu. Bense, arkasından koşup yetişemedim,
olduğum yere yığıldım kaldım.
KURTULUŞ
Uyandığımda bugün kendimi dünden daha da bitkin
hissettiğimin farkına vardım. Bir miktar daha rüyamı düşündüm . Kurdun gözleri
hiç aklımdan çıkmıyordu. Bana bir kurtarıcı gibi yaklaşıp sonra ortadan
kaybolması… Fakat bu rüyaların anlamı ne olabilir? Neden böyle anlamsız rüyalar
görüyorum? Beni etkileyen bir olay mı yaşadım bilmiyorum. Acaba bir mesaj mı
içeriyor bu rüyalar diye düşünürken çok şiddetli bir sarsıntı başladı ,sanki
dünya başıma yıkılıyordu. Bu zamana kadar kendi sesimden başka hiç bir ses
duymadığım bu yerde birden bire çığlıklar, bağrışmalar, ağlamalar, feryatlar ve
ağıtlar duymaya ve iyice korkmaya başladım. Neler olduğunu bilmiyordum ve
de çok korkuyordum. Sarsıntı kesilmiyor,
şiddetini daha da arttırıyor, etraftaki
kaos büyüyor ve çığlıklar daha da fazla duyulmaya başlıyordu.
Birden bire, çok büyük bir patlama sesi duyuldu
uzaklardan. Bu sesin şiddeti sanki kendi kulağınızın içinde patlamışçasına
yüksekti. Ne olduğunu anlayamadan,
duyduğum insan seslerine karşılık vermeye başladım.” Kimsiniz? Neredesiniz?
Beni duyuyor musunuz?”diye, sesim çıktığınca bağırdım ama nafile. Kimse sesime
cevap vermiyor, aksine kendi sesleriyle benimkini bastırmaya çalışıyorlardı.
Sonra büyük bir patlama sesi daha geldi ama bu sefer ki yakındaydı ve üzerime
düşen toz, toprak parçalarının olduğunu fark ettim.Dünya başıma mı yıkılıyordu
anlayamıyordum. Birden bire gök yüzü yırtıldı. Zifiri karanlığı delen gümüş
ışıklar gözlerimi kör edercesine üzerime geldiler. Karşımda, turuncu, sarı ve
yeşil kıyafetli üstü başı kir, toz
içinde insanlar bana ellerini uzattılar ama ben hareket edemiyordum , en
sonunda biri bana daha da yaklaşarak beni kucaklayıp o gümüş rengi ışığa doğru
çekti. Çıktığım yer sanki yeryüzü değil cehennemin ta kendisiydi. Her yerde
insanlar can çekişiyor, bağrışmalar ve ağıtlar buradan dört bir yana dağılıyordu. O an neler olduğunu
anlamıştım ve gözlerimle Zeynep’i ve Eylülü aradım, ama onları bulamıyordum.
Beni hala kucağında taşıyan sarı giysili adama karımı ve kızımı sordum. Bana
verdiği cevap içimi rahatlatmamıştı. Ambulansa bindirilip hastaneye götürüldüm
,bu arada uyuşturuldum ve gerekli olan serumlar enjekte ediliyor böylece
tedavim sürüyordu. Kendime geldiğimde hemşire hanıma karımı ve kızımı sordum.”
Neredeler?” dedim. Cevap vermek istemedi ilkin.Daha sonra bana onların benim
kadar şanlı olmadığını söyledi. “Neler söylüyorsunuz hemşire hanım? Nasıl olur?
Aynı odadaydık, aynı yatakta yatıyorduk onlara ne oldu?” Hemşire acıyan
gözlerle bana bakarak onların öldüğünü söyledi. Onlar ölmüşken ben nasıl
yaşayabilirim ki? Tanrıma “neden!” diye sitem ediyordum ama nafile, o bana cevap
bile vermiyordu. Hemşire, gözleri yaşlı, “Allah’ın hikmetinden sual sorulmaz”
dedi ve başsağlığı dileyerek odadan uzaklaştı. O an yıkıldım, dünyam başıma
yıkılmıştı. Karım ve kızım, ikisi de On
yedi Ağustos 1999 depreminde can vermişlerdi. Keşke canım kızımı tersleyip
odasında uyumaya zorlasaydım, belki de şimdi yanımda olurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder