27 Ocak 2012 Cuma

KARANLIK ODA


BİRİNCİ GÜN - BİLİNMEYEN KARANLIK


Şiddetli ve akıl almaz bir sarsıntı ve derimin üzerindeki karıncalanmayla beraber, bedenimde bir uyuşma hissederek uyandım. Dayanılmaz bir acı, tüm bedenime büyük bir hızla yayılmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadığım bir hareketsizlik oturdu omuzlarıma.Damarlarımda dolaşan kanı hissedebiliyordum, artık dolaşmaktan vazgeçmiş gibi durulmaya başlamıştı. Önce başımı hareket ettirmeye çalıştım, ama nafile,hiçbir faydası yoktu,daha sonra ise, vücudumun diğer uzuvlarını denedim birer birer,ama olmuyordu.Anlayamadığım bir nedenden ötürü felç olmuş gibi yatıyordum olduğum yerde. Aslında yatıp yatmadığımı da bilmiyordum.Gözlerim hiçbir şey göremiyordu ve vücudumun tüm sinir uçları sanki yoklarmış gibi hissizleşmişti.Yapabildiğim sadece içinde bulunduğum durumu tahmin etmekti. Bir süre karanlığın içine öylece baktım. Etrafta ne bir ses vardı ne de bir hareket.” Kimim ben? Burada ne işim var?”sorularının cevaplarını düşünmeye başladım. Adım Recai, bunu hatırlıyordum evet ,adım Recai. Güzel ve imrenilecek bir hayata sahibim.Bir finans kuruluşunda çalışıyorum, işimi seviyorum. Bir ailem de var. Eşim Zeynep ve kızım Eylül. Zeynep’le üniversitede tanıştık. Aynı dersi alıyorduk, dersin adı da psikolojiydi. Zeynep’in ana dersiydi,benimse seçmeli. İlgili olduğum için seçmiş değildim psikoloji dersini, zor bir ders değildi ve ortalamamı yükseltmek için almıştım. Zeynep ile karşılaşmamız dersin ilk günü olmuştu.İkimiz de derse geç kalmış,sınıfa nasıl girmemiz gerektiğini düşünürken konuşmaya başlamıştık. Kumral, uzun boylu ve ince yapılıydı ama daha çok  hanım hanımcık tavırları ilgimi çekmişti. Taksimde bir şeyler içme teklifimi geri çevirmedi ama “ders ne olacak?” demeden de edememişti.   Bu sorumluluk sahibi yapısı beni çok etkilemişti. Böylece başlamış oldu biricik hayat arkadaşımla olan ilişkim. Okulun ilk günlerinden bu yana süre gelen ilişkimiz, ikimizin de mezun olmasıyla bitmemiş, nişanlanmamız ve benim askerden dönmemle evliliğe dönüşmüştü. Evlendikten iki yıl sonra kızımız Eylül doğdu . Mini minnacık elleriyle parmağımı tutar ağzına götürmeye çalışırdı. Şimdi büyüdü koca kız oldu, dört yaşına bastı. Bir bilseniz… o kadar şirin o kadar güzel ki! Şaşar kalırsınız bu güzelliğe. Eylül, her pazar sabahı Zeynep’le beni uyandırmak için ikimizin arasına atlar, uykumuzu burnumuzdan getirirdi, biraz kızsak ta biricik yavrumuza kıyamaz, kötü bir söz söyleyemez, bir kötek vuramazdık. Sonra Eylül ile beraber Zeynep’e şaklabanlıklar yapar, eğlenirdik. En son Eylül karanlıktan korktuğu için yanımıza gelmeyi , bizimle beraber uyumayı istemişti, kıramadım yavrucağı “gel” dedim ve o da kıvrıldı aramıza.
 Geçmiş gözümün önüne geldikçe zaten allak bullak olan  düşüncelerim daha da birbirine karışıyordu. “Neredeyim? Neden buradayım? Diğerlerine ne oldu ? Neden hiç kimsenin sesini duyamıyorum?Neden her yer karanlık? Ben neden kıpırdayamıyorum?” Bu sorular zihnimi uyuşturuyordu adeta. Yer, zaman ve boyut kavramımı kaybetmiştim. Sadece düşünebiliyordum kendimce ama başka bir şey yapmak gelmiyordu elimden. Bir titreme hissetmeye başladım. ”Bu olağanüstü bir şey! Aman Allahım! Neler oluyor burada? Korkmaya başladım”. Sessiz soluksuz ama bir o kadar da şiddetli titreşimler bedenimin her noktasına nüfuz etmeye başladı .Bu sefer acı çekmiyorum ama içimde kötü bir his var,bir şeyler olacak… Nihayet titreşimler durulmaya başladı. Rahatladım ve sakinleştim.İçinde bulunduğum durumun ne olduğunu bilemesem de  şimdi daha net düşünebiliyorum. Üzerime bir ağırlık çöktü, sanırım uyuyacağım ama yine de korkuyorum.

İKİNCİ GÜN - RÜYALAR

Hissiz bir şekilde titreyerek uyandığımı fark ettim,terlemişim. Bir düş gördüm hatırlıya- biliyorum. Düşümde aydınlık bir sokakta yapayalnız yürüyordum ve  her yer, tüm binalar ve caddeler boştu , hiçbir canlının izi görünmüyordu ufkumda, önümdeki yolu takip ettim.Bir şey arıyordum ama bulamıyordum nedense, sonra takip ettiğim yol bir çıkmaz sokağa kıvrıldı ve ben karşımda duran tuğladan örülü yaklaşık dört metrelik duvara bakakaldım. Arkamı dönemiyordum ve sanki hep ileri gitmek zorundaymışım gibi hissediyordum kendimi. Birilerini, bir şeyleri yakalamak için duvara tırmanmam gerektiğini hissettim ve duvara çıkmaya çalıştım bir miktar tırmandım ama duvar ben tırmandıkça yüksekliğini arttırıyordu. Geri dönemezdim artık,aşağısı eskisi kadar alçak değildi. “Tırmanmak zorundayım” dedim kendi kendime ve ellerimi ayaklarımla uyumlu şekilde, bir zamanlar üniversitede dağcılık eğitiminde gördüğüm gibi hareket ettirerek tırmandım, tırmandım ve tırmandım. Tam zirveye ulaşacakken duvar yeniden büyümeye başlıyor ve ben üzerinde ufacık bir nokta misali kalakalıyordum.Pes edemezdim çünkü boşluktan aşağı düşüp ölmek  ya da burada asılı kalmak istemiyordum, tek çarem tırmanmaktı. Bende bana inat büyüyen bu duvara tırmanmaya devam ettim En sonunda, zirveye çok yaklaştığım bir anda ,aşağı bakma gafletinde bulundum. Ellerimin ve ayaklarımın asılı durduğu duvar ufalanmaya, toz gibi dağılmaya başladı, o an ne yapacağımı bilemedim. Biraz üstümdeki sağlam görünen tuğlaya sıçramam gerektiğini düşündüm ve olabildiğince yükseğe sıçradım, kendimi tüm kuvvetimle ayağımın altında ki dağılan tozdan güç alarak yukarı fırlatmayı başardım ama güç bela yakaladığım duvarı bırakmamak için ellerim kanayasıya  taşı sıkıyordum kendimi yukarı çekmek o kadar zordu ki! O an hiçbir şey düşünmeden kendimi yukarı çekebilmiştim. Duvarın üzerine çıkmıştım sonunda ama o kadar yorgundum ki arkasında ne olduğuna dikkat edemeden bayıldım.
Uzun bir süre uyuduğumu düşünüyorum. Hala hareketsiz ve hissizim. Bu arada, şunu fark ettim; bulunduğum bu yerde zaman çok çabuk ilerliyordu.İki uyku arası varolan sürenin çok kısa olduğunu fark ettim. Birkaç saat uyanık kaldığımı düşünüyorum ya da bedenim bana oyun oynuyor. Bir miktar daha rüyamın üzerine düşünmeye başladım. Acaba bu düşün bana anlatmak istediği bir şey olabilir mi?  Belki de burada bulunmamın bir amacı vardır. Cevabını bilmediğim sorular yeniden beynimi bulandırmaya başladı. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ailem ne yapıyordur acaba? Benim burada olduğumdan haberleri var mıdır? Yoksa habersizce beni mi bekliyorlardır? Of !çok kötü!Onları yeniden görmeyi ne çok isterdim tanrım. Bu dileğim kabul görür mü bilmiyorum ama ben günden güne umutsuzluğa düşüyorum. Yüz kaslarım haricinde hiçbir yerimi hareket ettiremiyordum. Kendi kendime konuşmaktan başka yaptığım hiçbir şey yoktu. Acı da çekmiyordum uzun bir süredir. Acaba gündelik ihtiyaçlarımı karşılamam gerekmiyor mu? Ne bileyim? Tuvalet ve beslenme ihtiyacım olması gerekmez mi? Uzun süredir bunların ihtiyacını duymadım.Acaba her şey yolundamı? Bir süre sonra uyku vaktimin geldiğini anladım. Yine o tarifsiz ve tatlı ağırlık üzerime çöktü ve beni benden aldı götürdü.

ÜÇÜNCÜ GÜN - KURTULUŞ


Titreme ve uyuşukluk içinde uyandım yine. Bir başka alemden gelmiş gibi hissettim kendimi. Bir an ne olduğunu anlayamadım ve sonra fark ettim ki değişen bir şey yok. Her şey olduğu gibi, bir önceki gün gibiydi. Bir düş daha gördüm uykumda; bu sefer uçsuz bucaksız bir ormanda , sisler içinde buldum kendimi.Hava kararmıştı. Ay ışığının ağaçlar arasından geçen parçaları sisli ormanı aydınlatıyordu ve ben tek başıma yürüyordum sislerin içinden. Elimde ise bir tüfek vardı, içinde tek bir fişeği bulunan. Neden elimdeydi?  Ben o ormanda ne arıyordum? Hiç bilmiyordum. Öylece, elimde tüfek, sislerin arasında ormandaki patikayı takip ediyordum. Uzun bir süre yürüdükten sonra karşıma bir kurt çıktı. Beyaza yakın, grimsi bir rengi vardı.Yakınımda değildi, çok uzağımdaydı ama onun bana bakan kırmızı gözlerini çok iyi seçebiliyordum o mesafeden. Sanki takip et der gibi bana bakarak uludu, sırtını dolunaya vermişti, bende onun bulunduğu yere ulaşmak için kan ter içinde kalasıya kadar koştum. Bir ağaç köküne takıldım ve yere yüz üstü büyük bir gümbürtüyle düştüm, kendimi toparlayıp kalkayım derken ellerimin temas ettiği yerin toprak olmadığını ve takıldığım şeyin de bir ağacın parçası olmadığının dehşetle farkına vardım. Yere düştüğümde ellerime bulaşan madde  hareket ediyordu ve sanırım bir çeşit böcekti, takıldığım şey ise ayak bileğimi öylesine sıkı kavramıştı ki kendimi nasıl kurtaracağımı bilemiyordum. Ben korku içinde dalla boğuşurken, kendisine yetişmeye çalıştığım kurt yanıma gelerek bembeyaz parlayan sivri dişleriyle ayağımı o daldan kurtardı. Bu arada, kurdun o kıpkırmızı ateş saçan gözleriyle yeniden karşılaşmıştım. Kendisinden korktuğumu anlayarak geri çekildi ve koşarak gözden kayboldu. Bense, arkasından koşup yetişemedim, olduğum yere yığıldım kaldım.
KURTULUŞ
Uyandığımda bugün kendimi dünden daha da bitkin hissettiğimin farkına vardım. Bir miktar daha rüyamı düşündüm . Kurdun gözleri hiç aklımdan çıkmıyordu. Bana bir kurtarıcı gibi yaklaşıp sonra ortadan kaybolması… Fakat bu rüyaların anlamı ne olabilir? Neden böyle anlamsız rüyalar görüyorum? Beni etkileyen bir olay mı yaşadım bilmiyorum. Acaba bir mesaj mı içeriyor bu rüyalar diye düşünürken çok şiddetli bir sarsıntı başladı ,sanki dünya başıma yıkılıyordu. Bu zamana kadar kendi sesimden başka hiç bir ses duymadığım bu yerde birden bire çığlıklar, bağrışmalar, ağlamalar, feryatlar ve ağıtlar duymaya ve iyice korkmaya başladım. Neler olduğunu bilmiyordum ve de  çok korkuyordum. Sarsıntı kesilmiyor, şiddetini daha da  arttırıyor, etraftaki kaos büyüyor ve çığlıklar daha da fazla duyulmaya başlıyordu.
Birden bire, çok büyük bir patlama sesi duyuldu uzaklardan. Bu sesin şiddeti sanki kendi kulağınızın içinde patlamışçasına yüksekti.  Ne olduğunu anlayamadan, duyduğum insan seslerine karşılık vermeye başladım.” Kimsiniz? Neredesiniz? Beni duyuyor musunuz?”diye, sesim çıktığınca bağırdım ama nafile. Kimse sesime cevap vermiyor, aksine kendi sesleriyle benimkini bastırmaya çalışıyorlardı. Sonra büyük bir patlama sesi daha geldi ama bu sefer ki yakındaydı ve üzerime düşen toz, toprak parçalarının olduğunu fark ettim.Dünya başıma mı yıkılıyordu anlayamıyordum. Birden bire gök yüzü yırtıldı. Zifiri karanlığı delen gümüş ışıklar gözlerimi kör edercesine üzerime geldiler. Karşımda, turuncu, sarı ve yeşil kıyafetli üstü başı kir, toz  içinde insanlar bana ellerini uzattılar ama ben hareket edemiyordum , en sonunda biri bana daha da yaklaşarak beni kucaklayıp o gümüş rengi ışığa doğru çekti. Çıktığım yer sanki yeryüzü değil cehennemin ta kendisiydi. Her yerde insanlar can çekişiyor, bağrışmalar ve ağıtlar buradan  dört bir yana dağılıyordu. O an neler olduğunu anlamıştım ve gözlerimle Zeynep’i ve Eylülü aradım, ama onları bulamıyordum. Beni hala kucağında taşıyan sarı giysili adama karımı ve kızımı sordum. Bana verdiği cevap içimi rahatlatmamıştı. Ambulansa bindirilip hastaneye götürüldüm ,bu arada uyuşturuldum ve gerekli olan serumlar enjekte ediliyor böylece tedavim sürüyordu. Kendime geldiğimde hemşire hanıma karımı ve kızımı sordum.” Neredeler?” dedim. Cevap vermek istemedi ilkin.Daha sonra bana onların benim kadar şanlı olmadığını söyledi. “Neler söylüyorsunuz hemşire hanım? Nasıl olur? Aynı odadaydık, aynı yatakta yatıyorduk onlara ne oldu?” Hemşire acıyan gözlerle bana bakarak onların öldüğünü söyledi. Onlar ölmüşken ben nasıl yaşayabilirim ki? Tanrıma “neden!” diye sitem ediyordum ama nafile, o bana cevap bile vermiyordu. Hemşire, gözleri yaşlı, “Allah’ın hikmetinden sual sorulmaz” dedi ve başsağlığı dileyerek odadan uzaklaştı. O an yıkıldım, dünyam başıma yıkılmıştı. Karım ve kızım, ikisi de  On yedi Ağustos 1999 depreminde can vermişlerdi. Keşke canım kızımı tersleyip odasında uyumaya zorlasaydım, belki de şimdi yanımda olurdu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder